Denemeyi tanımlama zamanı geldi mi, dersin. Böylesi bir zaman söz konusu değil ki, geldi, diyelim. Tersini düşünenler çıksa bile, ya da yeterince düşünmeye sıra gelmediği için, çok kişi sımsıkı çerçevelenmiş tanımlara bel bağlasa da, kendi hesabım; söyleyeyim: “tanım” diye bir kesinlik bilmiyorum; gözlemlerim uyarınca, böyle bir şey olamaz, olmaması gerekir. Önü sonu tanım: bir gerçeklik-yorumu, yorumlardan bir yorum; belli açılardan üzerinde uzlaşmaya varılmış olan çarpıcı önemde birtakım özelliklerin toplamı. İşte bu koşullarda, yaşamın belli amaçlara doğru çekip çevrilmesinde yararlı bir dayanak rolü oynayabilir tanım. Ne var ki, zorlana zorlana kesinlik ardında koşan, yaşamaya: ya yüzeyden bakar, ya da yaşama engel olmaya dönüşür. Gelgelelim gerçeklik yansıtan kesin nitelikli tanım yok diye üzülmemek gerekir. Genel geçer bir şiir tanımı sunmuyor diye, şiir söylemiyor mu ozan; ya da, şiiri tanımlayamadığı için, şiir okumasın mı, şiirden tadalmasını mı şiir sever okur. En çok yaslandığımız varlık-temellerimizin “insan”ın, “toplum”un, “kültür” ün sağlam bir tanımını kotaramıyoruz diye, insan değil miyiz, kültürden yoksun muyuz, toplumda yaşamıyor muyuz? Nitekim deneme’yle de benzer bir iklimde kımıldanmaktayız. “Bu denemedir”, “bu deneme değildir” gibilerden sağın bir ölçeğimiz yok, yok ama, denemeyle tatlanmak için olması da gerekmez.

Gerçi sözlüklerde “deneme” sözcüğünün tanımını bulmak işten değil. Ne yazık ki, şimdiye dek iler tutar yanı olan bir deneme tanımına rastlayamadım. Nerdeyse hepsi birbirinden özetlenerek kopya edilmiş gibi. Özetle: “Deneme, bir yazı türüdür” diyerek geçiştiriyorlar. Başkaca tedirginliklere bir de deneme tanımı sıkıntısı katmayayım, diyorum ama “bir yazı türü” tanımıyla yetinmek için, insanın ya hepten duyarsız, ya aptal, ya da çılgın olması gerekir. Kendi kendime vurgulamaktan hiç usanmadığım şeyse, yazının göründüğü ya da yazının sözü edilen her yerde “tür” kavramının etkin bir rol oynamasıdır. Okulca, öğrenimce, toplumca uygulamada kolaylık sağlayabilir bu. Kültür gerçekliğini aşırılıkla çekip çekiştirme hakkı vermesine göz yumulamaz ama. Düşünmede, duymada, ezberci ve kaba saba bağ tek yanlı bağnazlığa yol açar. Kendi içine kaskatı kapalı bir çekmece,- çekmece konumundaki tür, duymada düşünmede anlayışsızlıktır, vur-kırdır bunun sonu.
Neymiş efendim, yazın türlerinden ancak biriymiş: belli birkaç özellik içeren birtür deneme; her tür gibi onun da içi-dışı önceden saptanmış dar bir alanı varmış. Hepsi bu kadarmış … Sevine sevine söylüyorum: hem okur hem yazar serüvenlerim, kavram, bilgi, görgü yönünden karınca kararınca böylesi bir “tür” saplantısına kapanıp kalmaktan çok ötelere götürdü beni. Ola ki sözcüğün en güzel açılımında, denemecilik yazgısı bu.
Diplerden esen gereksinim yellerinin etkisi apaçık ortada. Ya da: beni önüne katıp götüren çoğun yetişemediğim nice yaşama-yazma isteklerimin kimi cılız kimi coşkulu işleyişleriyle, tektek türler dışında, türler-ötesi bir yaşama devingenliği doğrultusunda buldum kendimi, hep bu doğrultularda gitmekteyim.
Bütün bu kendim için, kendimle, kendime göre yazılı etkenlikleri benden başka kim gerçekleştirebilir? Çeşit çeşit uyurluğa ayıklığa karşın, eğriye doğruya karşın, gölgeye ışına karşın, özde kendime ilişkin sayısız düşünme-eyleme yalpalayışı ile renkli renksiz özlemler, her şeyi kaplayan bin bir yaşama-uğraşı benden başka kimin umurunda? Böylesi kaçınılmaz, böylesi ikircikli başka bir işim yok. Tedirginlik de doğursa, yorgunluk da verse, çocuksu da sayılsa, delilik diye de damgalansa işte bu doğrultularda özümün özüyle konuşmasıdır deneme. Sıkıcı geçitlerinde boğulur gibi olsam da, açığa çıkınca sonradan baktığımda kendimce önemli bulduğum bir şeylere kaptırıp gidiyorum böylece, -bir genişliyor, bir genişliyor ki içim. Böylece, ne gereksiz yere sözüm ona küçülten, ne de uygunsuz açıyla sözüm ona yücelten bir yaklaşım içinde yitip gidiyorum. Sisli-puslu yörelere dolandığım olsa da, çoğun, kendi yazgımın ufuklarına doğru koşturduğum inancındayım. Sallantı dolu sıkıntı dönemlerinin armağanı duygu-düşünce yaylalarında şarkılar söylediğim de oluyor.
Bu yazılı şeyleri, zamanı gelince okumak için mi akkağıtlara geçiriyorum, peki? Hiç de böyle değil yaşama-gerçekliğim. Yazdıklarımı çok seyrek, o da ancak önlenmez bazı dürtülerle
şurasına burasına göz gezdirmek için elime alıyorum. Kimi belli-belirsiz, kimi bastırıcı nedenlerle oluyor bu. Heyecanlı bekleyişin delik deşil: ettiği karmakarışık meraklarda yöneliyorum yazı’daki eski kendime, – “kendim” diyebileceğim bir şey varsa, böylesi bir ‘şey’ ortada kalmışsa kuşkusuz. Bazan bir en yakınımı çoktan yitirmiş olmanın acısı içime çöker gibi oluyor; bazan da, değerli bir yabancı yı özüme akraba kılma girişiminin sevinci kaplıyor içimi. Seyrek de olsa öz denemelere bükülümler pek gerekli değil zaten. Bir kez yazıldı mı, bir deyime, içime kazılıyor.
Öyle bir kapı ki deneme, hep ardına dek açık, içi sonsuz, dışı sonsuz. Aklımın yettiği her şeyi; dilediğim, özlediğim, gerekli bulduğum her şeyi o kapıdan içeri buyur ediyorum. Seve seve yerine getirmeye çalıştığım bir yaşama görevi bu. Hiçbir şeyin hakkını incitmemek için hiçbir yükten kaçınmam bu uğurda. Nice güzellikler derleye derleye bu görevi sürdürmek mutluluk değilse, mutluluk nedir? Çoğun akıl erdiremediğim şeyler olup bitiyor bu süreç gerçekleşirken. Ayık ayık eylerken bir de ne göreyim, nice titiz seçimlerle birtakım rastlantılar-ile gereklilikler girip yerine oturmuş içerde. Anlaşılan, yaşamın akla-istence sığmaz çağrışımlı-çağrışımsız tıkızlığı dümenliyar pek çok şeyi. Neredeyim? Bir içeri bir dışarı. Özüne özgü bir koşturmadır denemecilik.
Yaşam ne ki: her yan çokluk, çokluk, çokluk. Yüzyıl da adasam, söyleyebileceğim şu sanıyorum: Eksik gedik ama bütünsü bir çokluk izlenimi bırakır bende her zaman deneme. Kimi boş, bomboş, kimi de bir çokluk, bir çokluk İnsanlar, duygular, ben, başkaları, üzüntü, sevinç, acı, kanıtlar, sallanhlar, coşku, bilgi, özlem… Türlü türlü renkte, kıvamda, ağırlıkta, hafiflikte olaylar, yaşantılar, öznellikler, nesnellikler. Daha nice nice adını koyamadığımız yaşam-evren-kültür-insan-doğa ögeleri. Hızlı yavaş, dalga dalga, yel yel, sulu sepken, aka aka, yağa yağa, tek tek, topaç topaç, haydi kapıdan doğru içeriye, içerlere. Sıkıcı, ilginç, önemli, önemsiz şeyler. Kapının ötesi çokluk, kapının berisi çokluk.
Denemenin sonsuz oylumundaysa, sözcüklerin olabildiğince kucaklamaya çalıştığı denemeci yaşantıları, bir bak: yan yana düzenleniyor, altalta üstüste yerleşiyor, birbirine yol veriyor, birbirini selamlıyor, birbirinin yolunu kesiyor, birbirine çarpıyor… Hoşgörüyle hak tanıyan tanı yana, hoyratça birbirini çiğneyen çiğneyene, aceleyle birbirini alaşağı eden edene, serinkanlılıkla yücelten yüceltene, soğuk soğuk yan çizen çizene, sımsıcak sarıp sarmalayan sarmalayana. Sevgiyle, zorla, rasgele, genellikle birliktelikler, ayrılıklar…
Kendini kandırmayan insan için, başka türlü denemece bir özkonuşma tasarlayamam: Ne salt, ne eksiksiz, ne yetkin; ne yaşamın efendisi, ne öğretmeni deneme. Ne her şeyin anahtarı, ne her şeyin temeli, ne her şeyin anlamı. Deneme: arayışlar buluşlar, mutsuzluklar mutluluklar, başlangıçlar varışlar, ölüşler doğuşlar. Sonra gene mutluluklar, başlangıçlar, doğuşlar, arayışlar, mutsuzluklar, başlangıçlar. Henüz d‘sine şöyle bir göz atarken sezinlediğimiz, sezinler gibi olduğumuz görünümüyle bile ‘böyle’ bir şey deneme. Nasıl başka türlü olabilir zaten.
Herkesin dini var. Benim dinim: deneme. Deneme olarak dinleri de kucaklar. İlle de din, din denecekse, deneme dinindenim, denemelerin dinindenim, –saltsız, özgür, gök-özlemsiz, cennet-kaygısız. Çevreme bakıyorum da, herkesler -ama şöyle ama böyle- öbür-dünya hazırlığında. Bense, deneme deneme bu-dünya ile sarmaş dolaşım. Çekişmeler içirse de, bu-dünyayla sevişmedir deneme.
Nermi Uygur
Denemeli Denemesiz
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Aralık 1999