Yabancılaşma kavramının Sosyolojik, Ekonomik, Kültürel ve Psikolojik olarak tanımlanabilecek olan dört farklı boyutu vardır. Ancak bu boyutlar iç-içe geçmiş durumda, karmaşık ve girift bir ilişki içindedirler. Günümüzde tüm Batı dünyasında yabancılaşma olgusu hüküm sürüyor. Avrupa’da mülteciler geri çevriliyor ve sınırlarda türlü zorluklar çıkarılıyor. Amerika’da Meksika sınırına yüksek bir duvar örülüyor. Bu genel olgunun nedenleri üzerinde durmak isterim.
Sosyolojik Yabancılaşma
Belli bir insan grubu kendi ülkelerini terk edip farklı bir ülkeye yerleşmeye gittiklerinde yerli halk tarafından yabancı muamelesi görürler ve sosyal baskılarla karşılaşırlar. Bu tepkinin nedeni genelde sanıldığı gibi yabancı düşmanlığı değildir. Altta yatan asıl neden ekonomiktir. İnsanlar yabancıların gelişiyle işlerini kaybedeceklerinden korkarlar. Demek ki, her türlü yabancılaşma duygusunun kökeninde ekonomik çıkarlar yatıyor. İnsan sosyal bir canlı türü olduğundan sosyal akımlardan etkilenir. Eğer bir toplumda liderler veya medya grupları yabancı akımına karşı çıkarlarsa, kısa sürede bu görüşün halk arasında da yaygınlaşıp güçlendiğini görürüz.
Amerika toplumu tümüyle göçmen Avrupalılardan oluşmuştur. Kendileri bir zamanlar bu yeni kıtaya göç edip geldiklerinden göçmen olmanın ne demek olduğunu bilmeleri ve yeni göçmenlere daha anlayışlı davranmaları beklenirken tam tersi oluyor. Kendileri bir zamanlar ülkeye gelmiş yabancı göçmenler olduklarını unutuyorlar ve yeni gelenlere kapılarını kapıyorlar. Eğer yeteri kadar geriye bakıp tarihin derinliklerine uzanacak olursak, görürüz ki “gerçekten yerli” denebilecek toplum çok az sayıdadır. Amerika yerli halkı olarak kabul edilen Kızılderili grupları dahi yeni kıtaya Bering kara köprüsü üzerinden binlerce yıl önce Asya’dan gelmişlerdir. 17. yüzyıldan itibaren kıtaya gelen Avrupalılar silah zoruyla yayıldılar ve Kızılderilileri “reservation” denen kıtanın çorak bölgelerde yaşamaya zorladılar.
Ekonomik Yabancılaşma
Sosyolojik yabancılaşma eyleminde toplumların silah gücü ve bu silah gücünü oluşturan ekonomik gelişmişlik boyutu önemli olmaktadır. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar hem yabancılaşmakta hem de yabancılaştırmaktadırlar. Ekonomik güç sadece silah gücü değildir. Medya denen sesli ve yazılı iletişim araçları ile film endüstrisi de ekonomi ile yakından ilişkilidir. İfade özgürlüğünü savunan kapitalist toplumlarda medyanın etkisi ekonomik yabancılaşmaya büyük katkı sağlamaktadır.
Örneğin, Hollywood filmlerinin tarihsel değişimine bir göz atacak olursak, bu filmler önce Kızılderilileri, ardından Japonları, ardından Sovyetler Birliğini ve tüm Komünist rejimleri, nihayet Müslüman grupları zararlı ve düşman toplumlar olarak tanıtmış, filmleri seyredenlerin dünya görüşünü etkileyerek sosyal yabancılaşmaya katkıda bulunmuştur. Elbette ki bu yabancılaştırmanın kökeninde ekonomik çıkarlar ve ideolojik farklılıklar yatmaktadır.
Karl Marx (1818 – 1883) yabancılaşma kavramını işçi sınıfının emeğinden ve kendi üretiminden uzaklaşması olarak yorumlamıştır. Kapitalist toplumlarda işçi-işveren ayırımı ekonomik yabancılaşmaya ve farklı gelir düzeyleri farklı yaşam tarzlarına yol açmış, toplum içinde kültürel farklılıkların oluşmasına da neden olmuştur.
Kültürel Yabancılaşma
Ekonomik yabancılaşmanın bir diğer sonucu da kültürel yabancılaşmadır. Kültürü tanımlamak gerekirse, “belli bir coğrafyada yaşayan bir toplumun değer yargılarını oluşturan tüm maddi ve manevi üretimler” kültürü oluşturmaktadır. Kültürün önemli bir öğesi olan din de yabancılaşmaya neden olabilmektedir. Zira dini alet ederek yaratılan yabancılaşma toplumların değer yargılarını ve varsayımlarını şekillendirmektedir. Doğu ile Batı kültürü olarak tanımlanabilecek iki farklı dünya görüşünün temelindeki farkı oluşturan, Doğu kültüründe maneviyatın, Batı kültüründe ise maddiyatın daha ağır bastığıdır. Günümüzde artık Doğu-Batı kültür farkları büyük çapta kalkmış olsa da, inanç sistemi ile yaşam tarzı arasındaki ilişki devam etmekte ve giyim tarzına dahi yansımaktadır. Ülkemizde ve dünyada farklı giyim tarzına sahip insanlar, sırf dış görünüşlerinden dolayı yabancılaştırılmaktadırlar.
Psikolojik Yabancılaşma
Her türlü eylemin kaynağında insanın psikolojik yapısı yatar. Psikolojisi güçlü olan insan, hayali korkulara kapılmaz. Var olmayan tehditler düşünmez. Psikolojisi zayıf olan insan ise fobiler içinde yaşar ve olmadık düşmanlar hayal eder. Toplum psikolojisi ise belli sayıda insanın bir olayı tehdit olarak görmesi ile başlar ve bu tehdidi gerçek kabul edenler kritik bir sayıya ulaştığından tehdit hayal olmaktan çıkıp gerçek bir tehdit olarak algılanır. Önemli olan neyin gerçek neyin hayal olduğunu doğru ve sağlıklı bir şekilde saptayabilmek ve gereksiz korkulara kapılmamaktır.
Günümüzde, insanlığın bir bütün oluşturduğu genelde unutuluyor. Egolarının esiri olan insanlar, küçük hesaplar peşinde koşarak yabancılaşma olgusunu güçlendiriyor. İnsanlar şu grubun yararını veya bu milletin çıkarını düşünerek davranmanın savaşlara ve çıkar çatışmalarına neden olduğunu görmüyorlar ve toplum psikolojisinin aleti olmaya devam ediyorlar. Tüm insanlığın ortak yararını düşünerek davranmak ve kısa vadeli bencil davranışlardan kaçınmak insan olmanın önemli bir şartıdır. Zira her etkiye karşı zıt bir tepki vermek insanın değil, beşerin davranış şeklidir. Önemli olan beşer gibi her etkiye tepki vermek yerine, olaylara bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmak ve hoşgörüyü kaybetmemektir.
Doç. Dr. Haluk Berkmen