Felsefe, Yeryüzüne Fırlatılmış Bir İnsan Çığlığıdır

Felsefe, yeryüzüne fırlatılmış bir insan çığlığıdır. Neden mi? Çünkü insan varlığı, ihtiraslarla dolup taşarken aynı zamanda intiharlarla gölgelenmektedir. Her insanın günahkâr ruhuyla fısıldadığı her dua, felsefenin kalbine iner ve oradan yaşama sızmaktadır. Bu sızma, yaradılışın başlı başına bir serüvene dönüşmesini sağlamaktadır.

“Tanrı ne isterse o olur” der felsefe; bu yüzden kendini hiçe saymalı, varlığınla alay etmeli ve zayıflığınla gurur duymalısın. İrkilme! Felsefe, hep yanında olmaktadır. Çünkü o bir kadın gibidir; yaratıcı, sezgisel ve doğurgandır. İnsan ile felsefenin bu birlikteliğinden, orgazm denilen o coşku patlaması doğmaktadır. Bir güneş gibi parlar, gecenin müzikal sessizliğinde ellerinden tutar ve sana ninni söylemekten çekinmez. Felsefe, bu yüzden bir çocuk gibidir; saf ve incitmekten uzaktır.

İntiharın Ontolojisi ve Düşüncenin Trajik Çekimi

Tedirgin olmaya gerek yoktur. Meraklanmaya da. Ruh, ölüm karşısında ne yapabilir ki? Evrende her sorunun bir cevabı varken, insan yalnızca bir ölümlüdür. Buradan bakıldığında intiharın bir anlamı vardır.

İntihar, ölümün isterik hâli; insana en çok yakışan vedadır. Felsefe, sıradan bir insanın intiharını ululamaktadır; çünkü düşünceyi ölüme bu denli yakın kılan, onun doğasındaki trajik çekimdir. Düşünce, her zaman ölümü çağırmaktadır. Ve yaradılış… Yaradılış, doğası gereği bir yalandır; mistik ve aldatıcı bir gizemi içinde barındırmaktadır. Dünyalılar bu aldatıcılığı iki farklı düzlemde görmektedir: Manevi ve maddi. Kozmos, ilahi gücünü bu ikilinin çatışmasından almakta ve kutsallığını toprağın derinliklerine işlemektedir.

Madde Dünyası Bir İllüzyondur

Madde dünyası cazip bir hayat sunuyormuş gibi görünmekte, ama yanıltıcıdır. Bu esnada Tanrı tetiktedir; daima hareket etmektedir. Hareket, onun yaratıcı doğasının en saf ifadesidir. Dünya planındaki devinim, ona göre bir çöplüktür; yozlaşmış, yüzeysel ve beceriksiz bir formdur.

Ancak bu sınırlı kürelerin ötesinde, atomların dans ettiği başka yaşam alanları vardır. Bu alanlar ahlakın çöllerinde değil, yokluğun yemyeşil vadilerinde görünmektedir. Çünkü insan yaşamı özü itibarıyla hüsrandır; her nefes gereksiz bir tapınma, sezgilerin paramparça olduğu bir kendinden geçiş gibidir. Günah, bu yüzden yazgıya işlenmiştir. Ruhun amentüsü, bu kanunlarla şekillenmektedir.

Sessizlik ve Felsefi Sarhoşluk

Tüm kutsal metinlerde bildirildiği gibi, acının uysallaştığı anlar vardır. İşte o anlar, felsefenin kollarında sarhoş bir huzur bulduğun eşsiz dakikalardır. Bir tutam esrarla tüm hayatını değiştiren deneyimlerin derinliğidir.

Ancak bunları herkes bilemez; insan sesi, çöpte biriken eski bir yankıdır, okulsuz bir öğrencinin ilk alfabesinde gizlenen bir gözyaşıdır. Sessizlik ibadetin en yalın hâlidir. Sessizlik, çıkmaz bir sokaktır; özgürlüğün yapışık ikizidir. Ve o ikiz sensin. Öncesiz bir peygamberin ölüyle sevişmesi… Sessizlik, işte tam da burada başlamakta ve asla bitmemektedir.

Sonsuzluk, Boşluk ve İntiharın Vicdanı

Sonsuzluğun dile geldiği bir metafizik düşün. Boşluk ne kadar da anlamsız, değil mi? Ölmek ne kadar da kolay. İntiharın vicdanını sızlattığı bir hayatı gözlemlemek ise bir o kadar acımasızdır. Bu, haksızlık değil mi? Tanrıdan kopardığın hayatla yüzleşmek bu kadar mı zor?

Evet, sen bir evsizsin; yurtsuz bir derviş. İşte sana kıymetsiz bir ömrün bedeli: Hiç.

Varlık, Gurur ve Tanrıdan Kopuş

Hepimiz ondan geldik ama ona gitmiyoruz. Bu gerçeği hatırlamak ne kadar da zor. Unutma, kimsesiz olduğun günleri anımsa. Düş kuramadığın kabuslara geri dönmek mi istiyorsun? Üzgünüm, her düş bir düşüştür. Varlık hiç bu kadar böbürlenmemişti.

Varlığın saltanatı, iştahı tatmin olmamış bir fahişe edasıyla ortalıkta dolanmaktadır. Cehenneme çok az kalmıştır. Acının son bulduğu yeri hatırlıyor musun? Hani ilham suları akıyor, inançlı insanların duaları ruhunu zehirliyordu. Ritimsiz duygularla hangi varoluşlar düşmüştü aklına? Hangi ülkeydi burası? Hangi zamana aitti? Hatırlıyorsan, şunları söylemiştin: Her soru, karanlığa açılan bir kapıdır. Varlık anlam kazanmaya başladığında, tıpkı melekler gibi gözyaşların çiçekler tomurcuklandırıyordu.

Tanrı, Yaratılış ve Farkında Olmak

Sorular hep seninleydi. Sorular, tanrıdan koparılmış yakarışlardı. Ancak o deli edici sessizlikte debelendin durdun. İşte bu yüzden sen, sen değilsin. Sen, tanrıdan kopan küçük bir atomun son sözüsün. Bu maksatla yaratıldın; cevapsız sorular için…

Yaşadıklarından sonra nasıl hissediyorsun? İyi mi? Emin misin? İyi hissetmek diye bir şey yoktur. Görünen o ki, tek iyi hisseden Tanrı’dır. Gururlu ve sevecen bir yaratıcıdır o. Ama bizden yalnızca ibadet beklemez. Tanrı, kendisinin bilinmesini ister; hatta bunu senden dilenir.

Planlar, amaçlar, adanmışlık, fedakârlık, körlük ve teslimiyet… Hepsi senin hizmetindedir artık. Kaderin seni beklemektedir; tüm sadeliğiyle.

Oysa Tanrı’nın senin için ne planları vardı. Korkmuştun ve yalnızdın. Evrenin tüm sorularıyla baş başa bırakılmıştın. Müptelaydın; çaresiz, yoksun, yurtsuz, kimsesizdin. Yeryüzüne fırlatıldığından beri bu hâldesin. Sadece farkında değildin.

Artık farkındasın. Ve biliyorsun:

Farkında olmak, yalnız kalmak demektir.

Can Murat Demir

2 YORUMLAR

  1. Dünyaya fırlatılan insanın yaşadığı büyük bocalama evresi. Mutlak bir “öz” arayışı. Cevapsız soruların arasında hissettiği kaos. Metafizik bir güce inanma ihtiyacından doğan ve asla tamamlanamayan eksiklik. Tüm bunların arasında tek bir kurtuluş kapısı olan FELSEFE.. Cömert memesiyle bizi emzirip doyurmaya hazır.

    • Nietzsche okuduğun belli.. Dilin zehir gibi :) Ama her şeyde olduğu gibi felsefe de de ölümcül olanı ayırt etmeli ve ona eğilmeliyiz. Dediğin gibi felsefe bir nimet. Bir ara saplantı gibiydi bende: “Nietzsche gibi yazmalıyım ve hissetmeliyim” diyordum, ah felsefe! Beni tekrardan yaratan kaygan, tehlikeli şey!

      Şimdilerde sadece O’na aitim.. Ve bu büyük bir haz!

      Teşekkürler Sevgili Yağmur

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları