Varlık, kendi içinde bir iç-sunumu talep diyor.
Bu talep içinde gizliden canlanan bir açgözlülüğü kapsıyor gibi görünse de şurası bir gerçek ki her ne kadar spekülatif gerekçelerle olsa da –gönülsüz– hizmetkarı olduğu insanlık, varlıktan her fırsatta faydalanmış ancak bunun ötesinde yer yer onu yok sayarak suiistimal etmiştir. Varlık, haklı bir davanın savunuculuğunu üstlenmiştir. Varlık, kendisini kendisine emanet etmemiz için bizleri ölümle tehdit etmektedir. Talep edenin ölümcül vaziyeti korkutucudur, varlık dile gelmektedir, bizi kendisi üzerine tekrar düşünmeye cebren davet etmektedir.
Bir düşünelim. Çünkü önümüzde beliren şey tumturaklı bir izahatı talep ediyor: Varlık, tek tek var olanlardan hareketle bizatihi onlara nispeten aşkın olmak durumundadır, zira Varlık, uçsuz bucaksız bir şekilde grift ama düzenli şekilde uzanmış olanın biraradalığının-üst–kategoriyal-görüntüsüdür. Demek ki, herhangi bir üst görünüm altında yaşayan her bir tek tek var olana var denir. Bu minvalde üst alttakini daima kuşatır. Oradalığı kayda geçirilmiş, ya da en azından deneyimlenmiş varları ya da gelişigüzel sınıflandırdığımız varlığa ait alt sınıflar yine varlık tarafından bizatihi kucaklanır. Bu durumda varlık-olarak-varlığa bakmanız kâfidir. Varlık bu şekilde kendini izlettirir. Kendi kendisini izlettiren olarak varlık, bir var olanın gözünde, uzamın kapsadığı, taştığı –sudur ettiği ana yurttur.
Varlık küçüldükçe-büyüyen-bahsedilmeden-görünendir.
Kendisini gösterip geri çeken varlık mıdır? Dolayısıyla Varlık’ın bir kavgası var, sonsuzca kendisini tekrar eden ama hiçbir zaman aynılığa/kısırlığa rastlamayan bir itiş kakış. Bir dolambaç gibi görünen ama gelişime açık ve zamansal olanda yuvarlanan… Var olana rağmen kavgasını devam ettirmeyi bir nevi altımızdan yeryüzünü kaydırmayı arzuluyor. Bu irtifa kaybettirici bir devingen-durağanlık.
İnsanın “yeryüzüne dikilmek” iddiası bizatihi kendisinden yola çıkarak dünyanın bekçiliğini yapmaktan ötedir –bir ağırlık, bir sırt-sırtalık gibi üst üste binen nesneler göğün duraklarına uğramak ister. Varlık bir duraktır, durağan değil. Dikilmek ile bekçilik yer değiştirirdiğinde insan (Heidegger’e göre) “varlığın çobanı” oluverir. Çoban varlığa türküler düzer ve dizlerinin üstünde göğe bakar-durur.
Göğün durakları varlığın seyri içindir.
Varlık bir iç sunuşu hak etmektedir: Bahsi geçen iç sunuş doğal olarak kendinden yola çıkmayı gerektirir. Demek ki varlık hakkında soruşturma yapmak demek kendiliğimizden birçok farklı yola sapmak demektir. Yola sapmak, yolu düşünmek, yola girmek, yolu yollara bağlamak ve yol ile düşünmek: Asıl meselemiz.
Var olan daima varlığın ivmesine kendisini dayatır ya/ya da kendisini eğip büker. Bu sunumun içeriksel bağlamı, boşvermişlikle değil; varlık okumalarının yoruculuğunda ve dilin yetersizliğinde kendisini gösterir. Varlıkta kendini işaret eden hatta onu imlemeye çalışanın gücü yetrersizdir ve yarım kalmışlığa yazgılıdır: sunumun yarıda kalması gibi o da yarım kalmak durumundadır. Sunumun kendisi ezileceği bir yarışa ortaktır belki de hastalıklıdır, sonuç olarak “yeryüzüne dikilmek” iddiası kendisinden yola çıkarak yenilmeye muktedirdir.
Bu eşsiz ironi insanın kendisine dönüp bakması için kâfidir.
İnsan yarım-kalmışlıktır hep.
Can Murat Demir