Ana SayfaEditörKaranlığın Geceyle Sevişmesi

Karanlığın Geceyle Sevişmesi

Gecenin bir yarısı belasını arayan bir şeytanla tanıştım. İrkilmiştim önceleri. Benliğimi teslim aldı. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Ama yine de anlatayım.

Bu ilk değildi. Son da olmayacaktı. Tüm insanlık uykusunda sayıklarken, ben sadece hayaletlerime sarılıyordum. Çünkü onlar beni hiçbir zaman terk etmemişti. Hiçbir zaman yalan söylemediler. Terk etmeyi bilmeyenler asla yalan söylemezler. Bu bir insan kanunuydu, ne zamandır unutulmuştu.

Günlerden bir gün…

Umarsızca içine çekti beni fahişe sokaklar. Anladım ki bir cellat arıyordu tanrı. Bunu neden yapıyordu bilmiyorum. Ama hoşuma gitmişti. Hâlbuki biz kardeş gibi değil miydik? Uzak kalsak da tek vücuttuk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı girmezdi. O ise beni bir ruh için, bir ruhun satın alınması için kandırdı.

Bu yaptığına şantaj denirdi, kime sorsanız haksızlıktı!

Bu olaydan birkaç yüzyıl sonra soğudum karanlıktan. Gecenin bahşettiği serin yalnızlıktan ve nefes almaktan. Yaşamak ağır geliyordu. Kalemim bir giyotin kadar keskindi. Olsun bu hoşuma gidiyordu. Peki, ne olmuştu? Neden bu denli kıyıcı ve hoşnutsuzdum? Neden? Neden? Terkedilmek neden bu kadar acı vermişti. O’ndan kopamıyordum ama bir yandan da öldürme arzum git gide artıyordu. Bu ne ilk, ne de son değildi. Talihsizlik damarlarıma işlerken, bana ölümsüzlüğü reva gören ruhların tanrısı neden beni terketmişti?

Bundan sonrası intihardı. Yazmaktan vazgeçmiştim. Şeytanlarımla vedalaşmam gerekti. Artık biliyorum. Bu benim yazgım. Kaderimi ellerine alan tanrının son bir hamlesiyle ölüme daha da yakındım. Nefesim kan kokuyordu.

Ben

Çok zengin bir adamdım önceleri. Şeytanlarım ve hayaletlerim boldu. Emrimde binlercesi çalışırdı. Sonra bir gece beni terkettiler. Yazamadığım, öldüremediğim bir geceydi çok iyi hatırlıyorum. Aslında bakarsanız ben onlardan kaçan bir adamdım. Sonraları alıştım kan kokusuna ve onların kölesi olmayı kabul ettim. Gecenin içine akan ruhum ölümün müptelası ve celladı olmuştu. Ezbere öldürmeyi arzulayan ruhum artık onların bir askeriydi.

Tutamıyordum kendimi, ölüm hep yanı başımdaydı. Karanlığa doğuştan aşinaydım. Genç bir delikanlıydım, heyecanlıydım. Cinayet ise göbek adımdı. Işık ise hep uzaktı… Bazen kendimi tutamıyordum. Biliyordum ki hep pusudaydılar. Sanırım ben de seviyordum kaçak dövüşmeyi. Sokaklar… Her şeyimi onlara borçluyum. Akıl hastalarının peşinde gezinen zevk şırıngaları gibi kahkaha atmayı öğrettiler bana. Hayaletlerim her yerdeydi, şeytanlar ise yatağımda konaklıyordu.

Seviyordum ölümü evet! Ölümün aydınlıktan kopardığı her zerreyi… Bu yüzden kıskandım hep gülen yüzleri. Hâlbuki zamanı geldiğinde katil olmayı seçmiştim. Bazılarının özendiği, bazılarına göre cehennemi andıran bir hayatım olmuştu. Olsun… Karanlık üzerime geldiğinde ben her zaman hazırlıklıydım. Onlar ise titrerlerdi. Hayat bu demekti ve korkaklara göre değildi.

İnsanlar hakkında

Kimisi diz çöküp dua ediyordu, kimisi ise bir zangoç gibi, sefil hayatını kamburunda taşımayı onur sayıyordu. Evet, seçimler hayatı, beklentiler acıyı hayat ise ruhun kurtuluşunu müjdeliyordu. Ruh dedikleri böyle şekilleniyordu. Böyle yazıyordu kutsal kitaplar. Ama benim kitabımda acizliğe yer yoktu. Bu yüzden güçlüyüm… Peki, neden bu kadar güçlüyüm sizce? Neden mi? Çünkü günahlarımın bedelini şeytan tarafından kutsanarak ödedim ben. Kansa kan, ölümse ölüm…

Ruhumun diyeti buydu.

İrkildim… Ölü bebeklerden inşa edilmiş bir mabette buldum kendimi. Tapındığım, kendime zaman ayırdığım kötülüğün beşiğindeydim. Kısaca kendimleydim.

Her irkilmem rüyalarda çektiğim fotoğraflar gibiydi. Sönüktü. Siyah beyaza teslim olmuştu, eskiydi. Yıllanmıştı. Aslında yaşlı sayılmazdım, birçok ölümlüye göre dinçtim. Yorgunluk nedir bilmeden yaklaşık 3 asırdır ruh toplama işindeydim. Karlı bir işti ama kendine göre tehlikeleri de vardı. Örneğin, her gün ziyaret ettiğin bir mezarlıkta tanıdık bir şeytanla karşılaşabilirdin. Bu uğursuzluk sayılırdı. Çünkü tüm şeytanların çok iyi anatomi bilgisi vardı. Bunun için eğitilmişlerdi. Tehlikeli olmanın bir diğer yolu da buydu. Kısaca her şeytan bir insana gebeydi ve hayat denilen kısa metraj sadece ölümü müjdeliyordu. Tüm kutsal kitaplarda olduğu gibi… Dedim ya ben sadece bir elçiydim, bilginin her türlüsüne aç bir bilge edasıyla ruhların yaşamsal damarlarından hayatlarını emdim durdum. Bu yüzden yaşımı göstermiyordum. Bu yüzden ölüm hakkındaki tüm ayetler halen ezberimdeydi. Bu yüzden seçilmiştim. Bu yüzden lanetliydim. Ama itiraf etmeliyim ki ne zamandır bu kadar iyi hissetmemiştim.

hala kan kokuyorum,
hangi yağmur temizleyebilir ki ruhumu!

Neden, neden?

Bütün bu kovalamacada bir şeyi daha öğretti bana insanlar. Her insan aslında terkedilmiş bir mabetti. Yoldan geçenlerin acıyıp mum yaktığı, adaklar sunduğu terkedilmiş bir mabet gibiydi. İnsan yalnızdı. Tıpkı tanrısı gibi duaya muhtaçtı. Hepsi bu.

Bunları neden söylüyorum? Yazmak ve öldürmek neden bu kadar kutsal? Bu iki sorunun cevabı toplama çıkarmaya benziyor aslında. Biri olmadan diğeri eksik, diğeri yokken bir öteki kayıp. Bu denklemde ancak meleklerle sevişirsen öldürme hakkını elde edersin. Ben de öyle yapmıştım. Yaşamadan öldürmeyi seçmiştim. Bence bu dünyaya yaşamdan çok ölüm yakışıyordu. Dünya, yuvarlandıkça büyüyen bir cinnet topuydu. Kurtulanlar aramızda yoktu.
Şunu unutmayın ey ölümlüler; cennet cehennemin habercisidir. Peygamber olmayı arzulayan her ruh ilk derste bunu öğrenir. Tanrı katında en büyük günah yer kaplayarak nefes almaktır.

tanrı yüce bir hakem gibidir,
adilliği suskunluğundan,
ben ise ölüm dağıtan bir postacı,
acının küllerinden doğan…

Evet, soğuyordum karanlıktan. Misafirliğe gelen her ruh içime hapsoluyordu. Oradan oraya sürüklenen bir beden işçisi gibi soysuzlaşmıştım. Ezildiğimi hissediyordum. Hakettiğim işkence ve payıma düşen yalnızlıktan tiksiniyordum. Sanırım yorulmuştum.

Son

Hayat hakkında ipuçları vermek isterken acının dehlizlerinde bir yolculuğa çıkarttım sizleri. 3. sınıf bir korku filmi gibi kana doymuş bir öyküydü benimkisi. Ama sıkılmadan okudunuz biliyorum. Çünkü hepimizin hayaletleri olmuştur ve hepimiz nadiren de olsa birilerini öldürmek istemişizdir. Şimdi soruyorum sizlere, sırf bu düşüncenin varlığı bile sizi korkutmadı mı? “Evet” cevabınızı duyar gibiyim. Ama biliyorsunuz işim cevaplarla değil. Artık yalnız olmadığımı çok iyi biliyorum.

Can Murat Demir

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR