“Çerçici”… Klasik bir edebiyat eleştirisinden daha fazlasını talep etmektedir. Bu hak talebinin doğal sonucu olarak, sıra dışı bir yazım biçemi izlenip, biçim ve üslubun yanı sıra kavramlar, başlıklar ve metot da bu düzeni takip edecek, yer yer ontolojinin, metafiziğin, bazen de psikolojinin radarına istemsizce girmeyi arzu edecektir. Arka planda bu endişe çalışırken, gezintinin dümeni, düşünmenin bizzat kendisine teslim edilecek ve bu sayede okura kendince bir düşünme terası inşa etme olanağı verilmiş olacaktır.
Niyet ve Öz-sunum
“Çerçici” yazılmış bir metin. Bir müellifi var. Zira yazılan, doğası gereği hakikati gizleyecektir. Yazılan durağanlığı kabullenmez çünkü Hakikat tamamlanmış olmayı arzu eden tam-olmuşluk’un[1] mecrasıdır ve doğal olarak toplayıcıdır; yazılan, çizilen, tasarımlanan her şeyden pay alır/durur. Son sözde “Çerçici” henüz tamamlanmış değildir. Ne yazılırsa yazılsın ne kadar yoruma maruz kalırsa kalsın tamamlanamayacaktır. Yazılmış olanın gücü[2] [iradesi] buradan gelir. Buradaki amaç “Çerçici”yi olabildiğince sarsarak, yer yer anlam yarıklarını takip ederek okuyucuya alternatif bir tekrar-okuma olanağı sunabilmektir.
Bu yazı, “Çerçici”nin ne tamamlayıcısı ne de eksiğidir, eksik bir yorumudur denilebilir, ana metnin basit bir sözcüsü olma iddiasında ise hiç değildir. Bu sebeple önce ya da sonra okunabilir, hatta hiç okunmayabilir de. Burada maksadı aşan ya da eseri zorunlu bir anlam dünyasına yönelten hiçbir cümle ya da açıklama bulunmamaktadır, bulunsa da böyle değerlendirilmemelidir: Şöyle de düşünmek mümkün: Çerçici’yi demlenmesini bekleyen, onun anlam ufkuna saygılı, bir uzaktan bakış, görünürde bekçi olmayı kabullenen, her okuyucuyu bir müfessir[3] telakki eden, okuyucuyu tekrar tekrar yeni başlangıçlara yönelten bir yazı. Bir işaret bir yol işareti[4].
Bu yazı kendisinden önce yazılmış olandan hareket edeceği için öncülü olan “Çerçici”nin gölgesinde kalmaya mecburdur. Gölgede [sabırla] bekleyen –her daim gözeten olarak… Bu yazının ufku bitimsiz olan düşünmenin yollarında aşınır durur ta ki “Çerçici”nin yeniden tefekkür edilmesine bir olanak ya da alternatif bir işaret verene dek.
Yazarken düşünen biri olarak, okuyucuya ya da düşün meraklısına hiçbir öğüdüm yok, yazıya[5] maruz bırakılan “Çerçici” bu bağlamda yazıldıkça çoğalacak, çoğaldıkça da kendini yenileyecektir. Bu tutum bazı düşünce ustalarına ilham olabilir. Yine de yazılanı özgürleştirmenin tek ve biricik yolu bu tutumun ihtimalleri arasındadır. (Bu kararı sahipsiz bırakıp kaderine terk etmek yerinde olacaktır. Bir parantez açmam gerekirse, bir okur/yazıcı olarak ele aldığım her metnin, tüm yorum ve ilintileriyle bir yerlerde yaşadığına, dolaşımda olduğuna inanmak istiyorum).
[…]
“Çerçici”, (metnin yüzeyine bakıldığında) başkarakter Kenan’ın yaşadığı talihsizlikleri ele alıyor. Olaylar Kenan’ın zihninden bize direkt yansırken, başına gelen musibetler Kenan’ın bilinçaltının dışa-taşımını imliyor. Kenan, yalnız ve mutsuz bir adamdır: işin özü acınacak haldedir. Ne sağlam bir aileye ne de gerçek bir iletişime sahiptir: kendi içine çökmüş bir enkazdır. Köy hayatıyla meşgul olan bu adamın bir mesleği de yoktur. Hayattan talep ettiği şeyler de bu ölçekte oldukça basit ve makuldür: Huzur ve Anlaşılmak.
Hayvan-ya da-insan-olmaklık: Naifliğin Belirlenimi
[…] İnsanlar, pisliklerine bile böylesine muhtaçken, gururlanmak akıllarının ucuna bile gelmezdi. O kadar naiftiler.[6] Hayvan-oluşun güzellemesi, Kenan örneği üzerinden ‘çaresizlik’ mefhumunun katmanlarına bir bakış atmamıza olanak verir. Bu yakarış ayrıca, Yalnızlık kavramının altını oymak ve onu dayandığı temellerinden koparma isteğidir.
Kenan, her ne kadar sıradanlığa[7] teslim olmuş biri gibi görünse de sürprizlerle doludur. Okuyucunun gözünde cahil bir adam imajı çizer, ancak bunun yanında, sıradanlığının perdelediği [kazandırdığı] ve zaman zaman neşet eden yüksek bir kavrayışa da sahiptir. Bu kavrayışın nezaretinde olgunlaşan Kenan, hayvan-olmaklığın daha saf ve adil bir dünyayı tecrübe ettiğine dikkat çeker.[8] Kendince bir iç çözümlemeye başvurur ‒dillenir. Hayvan-olanın doğasına kendisini eklemler ve buradan dışarıya doğru köpürerek okuyucuya insanlık dersi verir: “O kadar naiftiler.” Bu haklı çıkış aslında basit bir kıyastan ötesini işaret eder. Naif olmak hissedilebilir bir dürüstlüğü ve nezaketi önceler. Kenan, etrafındaki hiç kimseden böylesine bir muamele görmemiştir. Kenan’ın bedbahtlığı ve insanlarla olan iletişimsizliği buradan mütevellittir. İnsan her zaman dile gelmez, iletişim bir el-altında-olan olarak tüketime açıktır yani verimsizdir. Özellikle Kenan’ın köyü bu doğrultuda düşünülürse bir dil öğrenmeme merkezidir: ‒iletişim[9] kuramayanların kabilesi. Naiflik, [iletişim] yoksunluğu bir veba gibi dadanmıştır köye. Kenan’ın dil ve naiflik arasında mekik dokuyan yaşantısı oldukça hazindir! Kim bilir, belki de Kenan, konuşacak kimsesi olmayan bir dil[10] fukarasıdır[11], bu kaosun ortasında “ölüm-hayat-kötülük-insan” sarmalında kemale doğru varlığını akıtmaktadır. Olaylar[12] anlam verilmesi için vardırlar. Ancak burada durum farklıdır, olaylar, ruhsal bir teodisenin[13] parçası haline gelmektedir. Kenan, olayların ortasında kendisini Araf’ta[14] bulur ve ikircikli karakterinin tedirginliğiyle deliliğe doğru sürüklenmektedir.
Peki, bu sürükle-n-menin mimarı kim olacak? Tanrı mı, Şeytan mı?
Yalnızlık Buhranı ve Gerçekle İlk Temas
[…] Bu dünyada onu takdir edecek bir Allah’ın kulu yoktu.[15] Bu söylem yalnızlığın kronikleştiği ruhlara bir gönderme yapar. Kenan, yalnız ve aynı zamanda ümitsizdir de. Tıpkı Cioran’ın[16] ümitsiz yakarışları gibi, o da dünyadan [âdemoğlundan] ümidini kesmiştir –vazgeçmişliğin gölgesinde kendi içine çökmüş bir enkazı andırır. Kenan, gerçek ile eğleşirken, başına gelen olayların[17] ardında yatan şeye ve yalnızlığının kökenine dair birtakım ipuçlarına ulaşır. Bu bilinç seyri Kenan’ın gerçeklerle ilk temasıdır ve farkındalığının ilk aşamasını oluşturur. Artık o diğerlerinden[18] farklıdır, sadece nefes alıp vermez, tam aksine tüm olan biteni sorgulamaya başlar ve başına gelenlere karşı hoşnutsuz hatta öfkelidir. Burada dikkat edilmesi gereken soru sormaya yönelimdir. Soru sormanın kendine ait bir dili ve epistemolojik öncülleri vardır: Soru sorduğunuz andan itibaren değişmeye ve endişelenmeye başlarsınız. Farkındalık dediğimiz şey tam da bu kıskaçta peyda olur:
- Kurtuluş talebinin farkındalıkla imkânlı-imkânsız hale getirilmesi.
- Farkındalığın sayesinde başa gelen Olayların ayrıntılı analizi ya da eksiksiz bir sorgulama yeteneğinin kazanımı.
- Hakikat ile çelişmesi muhtemel karamsar dünya tasarımına[19] öfkelenme, akabinde yalnızlığa geri dönüş-deliliğe sürüklenme.
Kenan, hayatı kötüye kullananların[20] dünyasından bizlere şöyle seslenir: “Neden bu denli kötü bir dünyada yaşamak zorundayız?”
Dışarısı: Zamanın Yitişi ve İsim[21]
Kenan bir ilki yaşar ve zamanın yitirilişine tanık olur. Hatta kendisi zaman olur. Burası aynı zamanda hiçliğin başlangıcını teşkil eder: […] Dışarıda olan her şey dışarıda kalmıştı[22] tümcesi Kenan’ın artık bir özne olduğuna dair okuyucuyu uyarır. Düşünen [Kenan] tehlike içindedir, dünyayla değil bilhassa kendisiyle savaşıma girer, bu en zorudur. Kenan kendisiyle savaşırken dışarının ufkunu temaşa eder. Tüm isimler [indirgemeler] bu esnada son bulur. Kenan bir derviş gibi kendi etrafında tavaf etmeye başlar. Kendisini dolaşır, kendisine bakar, kendisinden kopmadan-ayrılır. Konuşmaz, konuşmaya gerek yoktur, yaşadığı hali sadece yaşantılar, seslendirmez çünkü dillendirmek yetersiz kalır.
Hakikat, varlığın düşünen ile mutabakata getirilmesidir. Bu minvalde varlığın gürültüsü dindirilmiş, iç-dış, iyi-kötü, güzel-çirkin vb. ayrımı yok olmuştur, ayrıca zaman da kendisini düşünenin bilincinde erimiştir.
Bilmediklerimize “lakap” az çok bildiklerimize “isim[23]” veririz. “Çerçiciydi lakabı[24]” söylemi, Kenan’ın “isimsiz diyara” olan yolculuğunun da gizini ele verir. Tek bir isimden türer tüm isimler ve isimler bir mananın gölgelenmesinden başka bir şey değildir. İsimler ortadan kalktığında, anlam soyulur, kabuk atar ve âdemoğlunun bakışına aşikâr kılınır. İsimler aslında Bir’in bu dünyaya inen kuru yaprakları gibidir. Kök herhangi bir isme sığmayandır, bu mana da Hakikat diye yaftaladığımız şey de kökün üzerine toprak atma çabasından başka bir şey değildir. Kenan isimsiz diyarda şunu idrak eder: ‘Adlandırmaların tümü beyhudedir.’ Âdemoğlu hakikati eğretiler durur, takma isimlerin diyarında ondan bihaber yaşar. Kenan yaşadığı olayların tek bir şeye hizmet ettiğini görür ve aynı anlama çıkan 4 cümle ile insan varlığını onurlandırır:
- Bir şeyin ismi o şeyin kendisini ele vermez,
- Bir şeyin ismi o şeyin kendisini özgürleştiremez,
- Bir şeyin ismi onu imler,
- Bir şeyi ismiyle çağırmak onu gerçekliğinden koparır.
Âdem’e Doğru: Kenan-olmaklık[25]
Âdem[26] bir arzudur, bir merhale yuvası. Tüm arzuların birbiri içine yıkılıp tek bir arzuya devşirilmesini konu edinir. Âdem bir ilktir, ilk uyanış. İlk merak eden. İlk dönüşüm. İlk ilk. Âdem, için dış dışın iç olduğu bir âlemdir. Âdem, “Kenan-olmaklık”ın nihai sonucudur. Âdemoğlu Giriş, Kenan-olmaklık Gelişme, Âdem ise Sonuçtur[27].
Kenan’ın geçekle ilk teması Kenan-olmaklık sayesinde vuku bulur. Başından geçen tüm olayların kümelendiği yer, bir şeyleri görmeye[28] başladığı yerdir.
İlk İnsan olarak Âdem Kenan’ın ruhsal bağıntısını oluşturur. Âdem “ilk” olması açısından Kenan’ın rehberidir. Bu bağlamda Kenan-olmaklık Âdem’in bizzat kendisine yönelimidir. Âdemoğlu-olmaklık ve Kenan-olmaklık ayrımı da burada kendini gösterir. Kenan bir Âdemoğlu olarak doğmuş bir Âdem [olma] adayıdır. Oğul atasına, dağınıklık düzene doğru terakki etmektedir.
Hükümlerin Yapısökümü
“Çerçici” hükümlerin[29] sarsıntıya uğratıldığı bir metin. Hatta bu hükümlerin, içlerinin boşaltıldığını da vurguluyor, Kenan’ın yaşadığı olayların merkezinde yatan bu kaygı, insan değer yargılarının yine insan tarafından bozguna uğratıldığını ve onlara yeniden anlam vermek zorunda olduğumuzu dile getirir. Bu yozlaşmanın başlatıcısı Kenan’ın da vurguladığı üzere âdemoğludur -yani insan… Kenan, tekâmülü boyunca bu çarpık değerlerle kendisini zehirlemiş, gerçeklerden bihaber yaşayıp gitmiştir. Uyanışını geciktiren ya da sekteye uğratan etrafındakiler[30] gibi görünse de aslında tek müessir yine kendisidir. İnsan her daim başına gelenlerden sorumludur. Kemal yolcusu Kenan ne yapıyorsa kendine yapmaktadır. Kemali gereği sorumlu kendisidir. Çevre, her ne kadar Kenan’ın düşmanıymış gibi görünse de aslında onun uyanışını tetiklemiş hatta hızlandırmıştır. Değer yargıları da böyledir. Her şeyde olduğu gibi bir şeyin insan yaşantısı üzerinde hem negatif hem de pozitif etkileri vardır, dolayısıyla tüm şeyler âdemoğlunun hem yükselişi hem de düşüşüne tanıklık eder. Kenan’ın henüz yolun başındayken bu ayrımı görmemesi normal karşılanmalıdır.
Kenan’ın başından geçenlerin yine kendisi tarafından yorumlanması bir başka şeyi daha gün yüzüne çıkarır: Kenan, yaşantıladığı ve sözüm ona değer verdiği tüm ahlaki göstergeleri söküme uğratır aksi takdirde ne değer görecek ne de mutlu olabilecektir. Örneğin “kötülük neden var, ona bu ismi kim vermiştir?” sorunsalını kendince soruşturmaya koyulur. İlk sorunun içinde patlamasıyla etrafına bakar ve sorumluyu bulur: İnsan –yani Kendim, –Kendisi.[31] Kenan, okuyucunun zihninde ölümcül bir aforizmayı uyandırır: İnsan, şartlara ve tüm kötülüğe rağmen kendisi gibi kalabilendir. Çerçici’nin kalbinin attığı yer burasıdır.
Ölüm ve Uyanışın Birlikteliği
Kenan, iki dünya arasına bir gezgindi.[32] Bu söylem varoluşun iki farklı yüzünü betimler: Ölüler ve Canlılar âlemi. Bizler [yaşayan ölüler] bu dünyada yaşarız ve burayı gerçek belleriz. Ölüm olayında ise diğer âleme yani ölüler dünyasına göçeriz. Kenan her iki âlemi de bu dünyada yaşar. Yani ölüyken dirilir. Manevi öğretilerin genelinde Kenan-gezginliği şöyle açıklanır: Kişi bu dünyaya kör olarak doğar çünkü arzuları ilkel düzeydedir, maddeyle temas eder ve ona âşık olur. İnsan bu aşk ve iştahla sadece “almak” için vardır, “ihsan etmeyi” unutmuştur. İşte bu hal ölümdür çünkü hakikat ile bağı kopuktur, latiften [Tanrısal olandan] uzaktır. İnsanlar ancak bahsi geçen ölümden [dünyadan] uyandıklarında yaşayabilirler –Kenan’da olduğu gibi.
Ölüm de yaşam da bir haldir. Kenani-gezginliğin sıra dışılığı ve seçkinliği buradadır, o metafiziksel, zamandan azade, mekânlar arasında değil haller arasında gezinmedir.
Sonsöz
“Çerçici”, hakkında söylenen ve söyleneceklerden muaftır. Bu ayrıcalıklı hali ne müellife ne de okuruna borçludur. Yazılanın doğası gereği o da ölümsüzdür ve orada burada ve şuradadır. Bilinçli bir bilinçsizlik tahayyül edin: Dokunduğunda hareket eden ve yaşamaya başlayan size bağımlı görünen ancak kendinde bağımsız bir organizma… İşte Çerçici ya da Kenan-Olmaklık.
“Yazılan” tahakküm eder, kimsesi olsun olmasın, yazılan hep akıştadır, hep işbaşında. Şu an da olduğu gibi… Dünyamıza kaçabildiyse o’ndan kaçış yoktur.
─Yazmadan yaşayıp ölebilenlere buradan selam olsun.
Sungu[33]
Sayfa 76’da müellif, Kenan’a şunu düşündürüyor: ‘Başına ne geldiyse âdemlerden geldi.’ Burada “âdem” küçük harfle başlamıştır hâlbuki “Âdem” manevi bir mevkii sembolize eder. Müellifin buradaki amacı, metni fiziksel olarak iğdiş etmek ve okuyucuda, insan‘a[34] sıradanlık yükleyip infial yaratmaktır. Her zaman değilse de sıradanlaştırılan şey dikkat çeker hatta müdahaleye ya da saldırıya hazır hale gelir. Kenan bu minvalde, metin içine uzanmış olan (aralıklı bırakılmış) bir kapıdır –sıradanlığa karşı topyekûn bir saldırının girizgah kapısı.
Can Murat Demir
[1] Bu mecra Hakikattir: Konuşmanın bittiği, dilin yitirildiği…
[2] Her yazılan bir diğerini yıkmaya teşebbüs eder, onu tekrar inşa etmeye de mecburdur.
[3] Her okuyucu iyi bir yorumcu olmalı mıdır?
[4] Düşünmenin yola koyulması ya da düşünmenin yoluna koyulmak: “İşaret”, düşünmenin dolambaçlı yollarında her zaman bir diğer işarete gönderim yapar.
[5] Bu yazıdan, şu anda yazıyor olduğumdan bahsediyorum, henüz başlığı bile olmayan bir yazı.
[6] Recep Yılmaz, Çerçici, İstanbul: Ötüken, 2021.
[7] Sıradanlık bir handikap değildir. Kenan karakterinin sıradanlığının altında güçlü bir “doğal” olma durumu uyuklar. “Doğal” olanın refleksiyonunu ise kestirmek zordur. Kenan bu duruma özgün bir örnektir. Yaşadığı bilinç atlaması bunun tipik örneğidir. Sıradanlık oldukça sıra dışı olabilir.
[8] Hayvan-olmaklığa, hayvan-olanın bizatihi içkinliğine, içgüdülerin dünyasına ait bir yakınma. Hayvan ve insan cinslerinin karşılaştırılması kadim spritüal öğretilerde insanın idrak yeteneğini özetlemek için kullanılır. Örneğin Tanrıdan uzaklaşırsan konuşan-hayvan, Tanrıya yaklaşırsan da insan-olmaklığa doğru seyredersin. Bu bir süreçtir. Ruhsal tekâmülün ilk basamağı konuşan-hayvandır. Kemal bu cümleyi sarf ettiğinde bir derece atlamış “insan olma” sürecine girmiştir.
[9] İnsan Öteki tarafından takdir edilmek, kabullenilmek ister yani “anlaşılmak” ister. Bu talebi oldukça makuldür. Anlaşamadığımız bir dünyada yaşam sürmek nasıl mümkün olur? İletişimin olmadığı, dilin anlamını yitirdiği bir dünya cehennemden farksızdır. Demek ki iletişim etkinliği insan varoluşunun tahakkuk ettirilmesinde hayati öneme haiz. Ötekinin varlığında kendi varlığını olumlamak insan varoluşunun vazgeçilmez bir cihetini teşkil eder. İnsan iletişimin [dilin] içine doğar ve orada kendini gerçekleştirir.
[10] Var olanın Öteki ile kurduğu bir etkinlik anlamında.
[11] Kenan karakterinin tüm diyalogları ya da monologları bir dil [varlık] arayışının emareleridir. Dilini yitirmek varlığını yitirmektir. Heidegger’in deyişiyle “Dil, varlığın evidir” yani Dil ve varlık birlikte yaşar. Kenan bu bağlamda yersiz yurtsuz bir adamdır.
[12] Olaylar uzaktan bakıldığında sıkı bir yorumlamaya muhtaçtır. Başımıza gelen olayların bir sebebi var mıdır? Kader anlayışımız olayları seyredişimiz ya da algılayışımızda ne denli etkilidir?” bilinemez.
[13] Dünyada başımıza gelen kötü-cül olayların yaratıcısı kimdir? Bu soru Çerçici’nin tematik sorusudur.
[14] ‘Araf’ insan ruhunun biricik dilemmasıdır: Bu süreçte insan kendine ait bir dil [varlık alanı] icat edebilirse çıkışı [kurtuluşu] bulabilir.
[15] A.g.e., s.24.
[16] “Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir?” Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, İstanbul: Metis, 2018.
[17] Kenan’ın maruz kaldığı olayların mahiyetine bakmakta fayda var, çünkü bu olaylar her ne kadar mistik bir tecrübe gibi görünse de bu dünyaya ait sarsıcı göndermelerle doludur.
[18] Köy sakinleri ve akrabalarından aşkın olarak -çoğun insan yaşantısı: İnsanlığın geneli -İnsansılar.
[19] İnsan dünyası çürümeler, kokuşmalar, bunalımlar, haykırışlar, savaşlar, düşünceler, tespitler, eleştiriler…dünyasıdır. Hakikat arayışı, bu derinlikteki kaosun içinde bireyin kendi kendisini rehber almasıyla ilgilidir. Kurtuluş, Kendiliği bu kirlilikten ayıklamak-dıştalamaktır.
[20] İnsan dünyası, ademoğlunun dünyası -Adem’in değil.
[21] “[…] Doğa, hiçbir zaman bir nesneye özgü bir ad vermiyor: Ad koymayı kendilerine iş edinenler töreye kullanışa göre yapıyorlar bu uğraşı.” Platon, Diyaloglar, Kratylos, Dil Üstüne [384-e], İstanbul: Remzi Kitabevi, 2021.
[22] A.g.e., s.27.
[23] İsimle andıklarımızı genelde bilmeyiz. İsim anlamı boğandır.
[24] A.g.e., s.10.
[25] Kenan-olmaklık yalnızca bir isim değildir ardında bir süreç vardır. Kenan bir isimdir Kenan-olmaklık ise onun içsel devinimlerini, yönelimselliğini ifa eder.
[26] Âdem, bilinenin aksine Tanrı tarafından “yaratılan” değil de Tanrı tarafından “kabul edilen” olarak düşünülebilir mi? “Kabul edilmek” bir yerde yeterliliği ve bir geçiş iznini de içemez mi? Okur, Kenan’ın çabasını bu yönde okursa “felsefi hermeneutiğe” giriş yapmış olur.
[27] Okuyucuya soru: Çerçici “bir insan olmaklık öyküsüdür” diyebilir miyiz?
[28] Görmek, bilmektir.
[29] İnsan bir makinedir; kendisine referansla değer yargısı üretir durur ancak ilk fırsatta kendisi bu kuralları kötüye kullanır. İnsan aynı an da yapıp aynı an da bozandır.
[30] “-İnsanın kendi çevresinin etkisi altında kalması çöküş işaretidir.” Friedrich Nietzsche, Güç İstenci, İstanbul, 2010.
[31] Yol açabilmek için Yol’un kendisini de ortadan kaldırmak gerekebilir.
[32] A.g.e., s.61.
[33] “Bir büyüğe sunulan armağan. Bir tanrıya veya tapınağa yapılan bağış.” TDK Sözlüğü
[34] Sıradan gündelik kaygılarla yaşayan insan.