Homurdanan ıslak yalanlarım oldu; acının ve yalnızlığın tarlalarında yürürken büyüttüğüm sevgilim gibi… Hep üç kişinin hasadını kaldırdığım bu tarlalar, karanlık koridorlarda cirit atan katil gelincik sürüleriyle doluydu. Her adımda ruhsal yolculuğum derinleşiyor, içsel mücadele ve yalnızlığın yoğunluğu bana acının gerçek yüzünü gösteriyordu. Karanlık ve gizemli atmosfer, yaşamın sertliğini ve insanın kendi karanlığıyla hesaplaşmasını simgeliyordu. Bu yolda ilerlerken, acı ve yalnızlık sadece birer deneyim değil; ruhun yeniden doğuşu için gerekli bir sınav hâline geliyordu.
“God bless you!” ya da buna benzer yalanlar… Uyanmama neden oldu. Kansız uykuların ardından sordum kendime:
— Kandan hoşlanan Tanrı sürekli bana emretti!
— Kendine inanmıyorsun, değil mi?
Sanki baba oğluna küfretti.
Tanrı: Adımı her andığında kutsal ilahileri hatırla. Sorgulamadan itaat et. Ve kurtul dünyanın sinsiliğinden!
Şimdilerde çırılçıplak bir hayalin içinde yürüyorum. Tek yalan benim. Kendi ateşinde kavrulan ve yine kendi ateşinde mahvolan ruh… Bu yüzden buradayım ve bu yüzden sürekli acının ezgileri dilimde.
Son… Tanrının yazdığı değil, kendi sonum. Öfkeden deliye dönen barbar ruhum, senin ellerinde can verdi.
Bu kez…
Kurtul ondan!
Yok et!
Can Murat Demir


Buradaki tanrı erkeklik organından bile yalan. Kutsal ilahilere sorgusuz itaatle dünyanın sinsiliğinden kurtulamam. İnsan olduğumu nasıl inkâr edebilirim?. Ben sorgusuz kullukta kusur etmesem bile erkeklik organım sitem eder. Ne de olsa o da tanrının böbürlendiği bir şaheser…