Aşkın Ontolojisi: Dişi Tanrıçaların Diyarında Bir Fenomen Olarak Aşk

Hayat ne kadar iğrençse, aşk da o kadar kutsaldır. Bu paradoksal ilişki, aşkın doğasına içkin olan “acı ve ibadet” döngüsünü temsil etmektedir. Aşk, zamanın yasalarından azade bir biçimde varlığın merkezine yerleşmektedir. Seven kişi, bu döngüde kendini acıya teslim eder; acı, onun için bir tür ibadete dönüşmektedir. Bu noktada aşk, ne Tanrı sevgisine ne dostluğa ne de kutsal inanca benzemektedir. Aşk, her şeyi yakıp yıkan, kişiyi kendine mahkûm eden bir tutkudur. Aşk, zaman ve varoluşun önemini yitirdiği, insanın “ben”ini eritip “öteki”ye dönüştüğü bir alandır. Bu yüzden aşk, estetik bir acı çekme biçimidir; çünkü aşk, acının kendisiyle var olmaktadır.

Aşkın Kozmolojisi: Evrensel Akış ve Ahlaki Yükseliş

Dante’nin “Cehennem bile adalet kadar aşkın eseridir” sözü, aşkın yalnızca insani değil, kozmik bir ilkeden beslendiğini göstermektedir. Geniş varlık denizinin her yanında bir aşk akışı vardır; fiziksel, bitkisel ve zihinsel düzeylerde farklı biçimlerde tezahür etmektedir.

Aşk, evrensel bir yükseliş sürecidir. Akılla birleştiğinde iyilik ve kötülük kategorilerine yönelmekte, irade ve şiddet arasında bir gerilim alanı oluşturmaktadır. Aşkın bu yapısı, onu hem yaratıcı hem yıkıcı kılmaktadır. Kötülük dahi aşkın uzak yankısıdır; aşkın uzaklaşma oranında kötülük belirir, aşkın yakınlaşma oranında erdem artmaktadır.

Ahlakın Yıkımı ve Aşkın Yeni Yasası

Aşk, bireyi yozlaştırır; ancak bu yozlaşma, yaratıcı bir eylemdir. Aşk, mevcut ahlaki sistemleri çökerterek kendine özgü bir etik alan yaratmaktadır. Bu etik, “ben”i dışlar ve tamamen sevgilinin varlığına odaklanır. Aşkın merkezinde bireysellik değil, “sevgilinin mutlaklığı” vardır. Bu mutlaklık, demokratik değil, despotiktir. Aşk, başında dişi bir tanrıçanın bulunduğu bir diktatörlüktür. Bu tanrıça, merhametsizdir; çünkü o yaratıcıdır. Sevgili, bu yaratıcı tanrıçanın hükümranlığı altında şekillenen bir müriddir.

Dişi Tanrıça ve Yaratıcı Acı

Aşkın tanrıçası, acı çektiren ama aynı zamanda yeniden dirilten bir kudret figürüdür. Sevgili bu figür karşısında hem yok olur hem yeniden var olur. Onun kollarında ölmek, yeniden doğmaktır; bu deneyim, ölümle diriliş arasındaki en ince çizgiyi temsil etmektedir.
Bu tanrıça, insan kokusundan, Tanrı’nın düzeninden ve hayatın pisliğinden arınmış bir alanda hüküm sürmektedir. Onun saflığı ölüm kadar eksiksiz, varlığı kadar yakıcıdır. Sevgilinin dokunuşu, kokusu, nefesi bir kozmik ritüel gibidir. Onu görmek, “tanrı olmak”la eşdeğerdir. Bu yüzden aşk, dişi tanrıçaların diyarında anlam bulmaktadır.

Sonuç: Aşkın Ontolojik Mirası

Aşk, insanın kendi varlığını yadsıdığı, öznel sınırlarını aştığı bir ontolojik serüvendir. O, hem yaratır hem yok eder; hem acıtır hem arındırır. Aşkın nihai amacı, insanı dönüştürmektir. Bu dönüşüm bazen acı, bazen ibadet, bazen de ölümle tamamlanmaktadır.

Can Murat Demir

2 YORUMLAR

    • sevmek hafif kalır bazı duyguların yanında.. ben dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım duygularımı… ama emin ol ki yarısını bile anlatamadım.. kelimeler kifayetsiz kalıyor ve bu benim hoşuma gidiyor fazlasıyla…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları