Gecenin en aylak saatinde yalnızlık türküleri söyleyen bir adam vardı.
Acının en sağlamına toslamıştı.
Kurtların bile üşüştüğü bir cesedi kıskanacak kadar gözü dönmüş, karanlığın ciğerini deşmeye niyetlenmişti.
Hayatın en kuytu yerinde, karamsarlığın kucağına sığınmış, kendi çürüyüşüne âşık olmuştu.
Cebinde bir köpeğin haysiyetiyle dolaşan bu adamın tek derdi mutluluktu.
Mutluluk… yani hayata dokunmak, onu öpmek, koklamak, belki biraz da öldürmekti.
Ama olmadı.
Her şey gibi o da yarım kaldı.
Mezar taşına ise şu cümleyi kazıttı:
“Artık kendimi tanıyorum.”
Ve o anda, gecenin en haylaz saatinde bir ölüyle sevişen bu adam, artık tanrı katına yükselmişti.
Yalnızlık türküleri susmuş, şehirlerarası eziyetin yılları yeniden başlamıştı.
Bazılarına göre bir serseriydi; bazılarına göre, huşuya ermiş bir bilge.
Sevişgen kuşlarla yarışan bir aptal ağaç gibiydi: köksüz, uykusuz, fakat hâlâ yaşayan.
Kendini Yaralayan Bilgelik
Uykusuz gözleri kanla dolduğunda, kalbindeki sarı endişe bir çocuğa dönüştü.
Adem ile Havva’dan çaldığı bir beşikte sezgilerini büyüttü, bedenindeki her yaraya peygamber ismi verdi.
Deliliği bir meslek, ölümü bir ibadet sandı.
Ve kendi kendine fısıldadı:
“Kendimleyim.”
Bu cümle bir yemin değil, bir infazdı.
Kendine açılmış bir mezarın, varoluşun bel kemiğinden yapılmış kapağıydı.
Tanrısal Mastürbasyonun Sessizliği
Tanrı kayıptı.
Adam ise ormanın tecavüzünde bir tür romantizm arıyordu.
Korkunç bir düşten uyanır gibi irkildi, alnındaki soğuk teri silip bağırdı:
“Ben neyim!”
O an ışık söndü.
Ve hikâye, onunla birlikte bitti.
Ama üzülmeyin.
Çünkü o adam hiçbir zaman kendisine gelemedi.
Zaten kendisi diye bir yer de yoktu.
Onunki sadece mutlu bir göz kapama eylemiydi.
Can Murat Demir


“Gecenin en haylaz saatinde bir ölüyle (ruhlarla) sevişen bu adam, artık tanrı katındaydı”
Teşekkürler yazı için Sayın Can Murat DEMİR