Ana SayfaDENEMEBoşlukları Doldurun: Cemaat Dile Geldi Beyler

Boşlukları Doldurun: Cemaat Dile Geldi Beyler

Kulağına ezan okunan her çocuk şairdir:

Müzeyyen: Çocukluğumuz eskiyor beyler… Gidelim buradan? Ne olur kendimize gidelim. Kendimizden geçmeden kendimizin olalım. Ne olur? Ne… Deneyelim en azından. Ne olur ki! En fazla kendimize dönemeyiz. Olur biter.

Bismişah Allah Allah!
Adını ben verdim yaşını Allah versin

Yazmak kolay iş değil çocuk. Önce insanı yazmayı öğren, sonra kelimeler yol gösterecek sana. Her yazarın aslında bir elçi yani tanrı elçisi olduğunu unutmayacaksın. Yazılan her şeye saygın olacak vs. Bu yüzden her insanın acısını boynunda hissetmelisin. Her kelime savaşçısı bir mücahittir bu anlamda. İşte bu amaçla geliriz biz dünyaya. Doğduğunda kulağına neden ezan okunduğunu anladın mı şimdi? O ezan son hecelilerin düsturuna benzer. İşte biz bu düsturu yani ezanın hikmetini bilenlerdeniz. Biz hikmet sevgisini, kundaktaki adamların ruhuna yazanlarız. Tanrının da isteği bu değil midir zaten? Her peygamber bu yüzden doğmadı mı yeryüzüne? Her peygamber (resul ve nebi fark etmez) aynı zamanda bir muharrir, şair, denemeci, filozof, şarkıcı, mimar, mühendis, heykeltıraş, hikâyeci ve tiyatrocu değil midir (Kolaya kaçanlara asla peygamber denemez unutma)?

-Evet haklı Müzeyyen: Bütün sanatlar tanrının elinden çıkmamış mıdır?

Dinle tanrının sesini
neler neler anlatır
sen doğurduğundan bu yana
adına tonlarca ölüm şiirleri yazılır.

 -Ne olur bana cevap ver Hayri. Ağlanacak haline gülen insanlar ağlamaya başladıklarında ne yapacağız?  Hem ağlayıp hem de gülemeyiz ya? Yoksa biz yeteneksiz miyiz? Allah neden bizi böyle yarattı?

İlke: Bunları bilmende fayda var çocuk: Her şiir, tanrısal acının insan kulağındaki çınlamasına denk düşer. Bir ayet gibi, ilahi gibi… Bu yüzdendir şairler ölümsüzdür. Ölümsüzlük ise tanrısal bir hastalıktır (burada hastalık mefhumunu mucize olarak kullandık). Her ne kadar toprağı tadacak olsak da şairlerin toprağı bol olur. Şairlerin cenazesi Mozart eşliğinde semaya defnedilir. Ali’nin taraftarları onları hiçbir zaman yalnız bırakmaz. En güzel semahlarını dönerler. Ne de olsa son hizmetleridir pirlerine karşı. Etraf cennet gibi kokar, kafile kalabalıktır, herkes üzgün, helvalar şiirler eşliğinde midelere gider, camilerde ezanlar susar şiirler okunur, bir matem değil bir kurtuluş günü gibidir ortalık; örneğin bir geleneğe göre dünyanın dört bir yanından gelen Dünya Pislikleri Komününe bağlı organik çöpçü kardeşlerimiz şaire son görevlerini ifa edip görünen görünmeyen tüm sokakları, caddeleri ve mahalle aralarını, çıkmaz sokakları süpürürler; (temizlik imandandır) bilirler ki bir şair ölürse binlerce insan ruhu cehenneme hapsolur dünyada. İşte size tanrının evi, tanrının çocukları ve ölen bir Âdem torunu: Kısaca şair! (Dünya lisanındaki karşılığı bu olsa gerek)

A Fadime’m hadi senle kaçalım
Beyce pazarında dükkân açalım
Ay lay li lam ay lay lam (TRT Türk Sanat Müziği Rept. No: 86)

Şaman: Şair olmak sana göredir çocuk. Doğumundaki mucizeyi hatırla, sakın büyüme, önce şair ol sonra adam, sonra ozan, sonra kadın, sonra insan!

Üşümeyen adamların istişare tutanakları

-Gariptir. Kaç gündür bir üşüme var üstümde. Sanki bir yerler açık kalmış. Cereyan ediyor tüm evren. Çok soğuk. Soğuk yani. Kısaca s-o-ğ-u-k. Eşya soğuk. Metal soğuk. Yer soğuk, gök soğuk. Tuhaflık var. Gecekondunun ortasında yanan sobanın kendine hayrı yok. Ateşin ısıtmadığı bir coğrafya. Isınamayan insanlar çok konuşmaz, üşüyen sadece elleri ya da kaba etleri değildir çünkü. Tuhaf. Çok tuhaf. Soluk benizli köy çocuklarının üşüdüğü bu evde her şey soğuk. Bir gecekondu. Ya da gündüz yoktu. İnsan bu kadar üşüyebilir mi sorusu avluda asılı duruyor. Her geçen yüzünü sürüp içeriye giriyor. Şaman ortada, insanlar aç susuz ama hala üşüyorlar.

Şaman: Neden üşürüz? Çünkü yalnızız. İnsanı üşüten tek şey yalnızlıktır.

Bu teoriye göre üşüme bir insan ihtiyacıymış. Şifacılar da aynı fikirde. Çünkü onlar da yalnız. Dünyanın en yalnız mesleğidir şifabuluculuk. Dost olanın yanında üşümezsiniz. Üşümek yalnızlaştırır.

Kızılkayalardan Yeter: Sen olmadan üşüyorum dedi. Belimin arkasından, yani sırtımın o ince köşesinden, yani o tanrısal açıdan gelen kutup rüzgârlarından şikâyetçiyim. Son zamanlarda tanrıyla bu konuda anlaşamıyoruz. Lütfen yataktan kalkacağın zaman haber ver sevgilim. Üşüyorum. Üşüyorum diyorum! Ne olur haber ver, ya da ekmek paramızı yatağımızdan kalmadan kazan, böyle bir imkânımız var değil mi; bir yere gitme. Gitme işte. Ne olacak mesaiyi yatakta geçir. Patronlarınla ben konuşurum, iyi insanlar neticede, hatta müdüründen seni soğuk yataklardan sorumlu başvekil atamasını rica edelim. Ne olacak yapsın bu kıyağı. Karım üşüyor de. Bir şeyleri bahane etmek bu kadar zor mu? Bir dilekçe yazalım, bilirsin dilekçe işleri benden sorulur: Geçenlerde kayıp kuşları koruma derneğine bir kadın geldi, o da kuşların sabah ezanında çıkardığı seslerden şikâyetçiymiş, ben hemen harekete geçip gerekli yazışmaları yaparak insancıkların doğal ortamında tutulması gerektiğini milli kuşlar ve organik suniler bakanlığına bildirdim.

Elyazmasından örnek:

Sayın yetkili, kuşların mesaisine ilişkin şikâyet dilekçenizi değerlendirdik. Yapılan kuş cenneti uygulamalarında bir sakınca olmadığını, ilgili kişinin geceleri erken uyuduğunu, kocasıyla kavgalarının her gece özellikle bay bayankuşları rahatsız etiğini tespit ettik. Bu durumda şikâyetçi dişinin adı ve soyadının yerel mahkemeye bildirilerek gerekli koruyucu ve önleyici tedbirlerin ivedilikle…

Kadınlar erkekler olmadan üşür, üşüyecektir de ancak yine de mevcut soruna resmi olmayan makamlardan bir çözüm önerisi getirilmektedir: Kuş tüyünden yatak alın ve rahat edin. Üşümek edimi, insani bir olay olmakla birlikte müdahale edilmeksizin insanlığa son derece faydalıdır. Bu muhakeme yeteneğinden yoksun olanlar “Üşümeyenler Kolonisi” olarak tarihe adlarını yazdırmıştır. (UNESCO; Âdemoğulları Üşümek Bedava, Sen de Üşü adlı resmi yazıdan)

Alevi türkülerini seven bir adamın işittikleri

Gözcü: Kızıl Kayalardan Ali diye birini tanırdım eskiden. Şimdilerde Moskova’ya taşınmış. Orası onların memleketiymiş. Yani tebaa olarak oraya aitlermiş. Her kızıl insan olarak doğarmış, insana tapar vaziyette büyür, insana olan saygısından dolayı her kelimenin ve cümlenin başına can ibaresini koyarmış. Gel vakit git vakit bu adamların soyunun adını devlet baba değiştirmiş: Kızıldan Gelenler Boyu; biz bu adı kısaca Ali’nin Soyundan Gelenler olarak Türkçe ’ye çevirmişiz. TDK sözlüğünde “insan” maddesini yazanlar bunlardır, Voltaire değil.

Dost Bir komşu, Halil Abi: Eline beline diline hâkim olacaksın! Bu bizim kitabımızın yegâne söylemidir. Bu yüzden beni evimin bahçesine göm Can, üzerimde çocuklar oynasın!

Çocuk torun: Kızıl renk neden önemli dede? Biz başka rengi bilmez miyiz?

Zülfikar Dede: Çünkü güneş bile doğmadan önce bu renge bürünür… Kızıllık tüm renklerin başlangıcıdır.

Yesevi’nin mirasçıları olarak da bilinen bu mezhep kurucuları, çocuklarına ad verirken hep “Can” lakabını kullandıkları için, zamanla “Can’lar gelin bir olalım, seyri devran olalım” şeklinde bir deyişin de gelişmesine ön ayak olmuşlardır. Birliğin beraberliğin ve tanrıya yaklaşmanın ilk edebi eserlerini yaşadıkları coğrafyalardan ediniyoruz. Çok iyi edebiyatçıları yok. Şiirleri orta halli, düğünleri bol, yemekleri yenir, evleri temizdir, kadınları bakımsız, çocukları her daim yakışıklı ve bıyıklıdır. İçlerinden geldiği an da dönmeye hazırdırlar. Bu dönüşün ritmi ozanın sazına bağlıdır; ocakları bereketli, etleri lezzetlidir. Hiç bitmeyen yemeği icat etmişlerdir. Kepçe kepçe kaynayan yürekleri ve kazanları vardır. Nüfusları daha çok Orta Asya’nın bozkırlarında oba oba kümelenir, evlilik çağına gelen çocuklar “Alimedet” nidalarıyla şenlenirler. Adetleri organik sunnilere benzemez. Bize insanlığı öğretecek olanlar bunlardır. Gelişleri ve mucizeleri İsa tarafından müjdelenmiştir. Kitapları yoktur, kitapsız ve okulsuz öğrenirler, bilgi önce dededen sonra imandan gelir. İmanın ilk şartı insana saygıdır ve tüm okul kitaplarını Atatürk kendi el yazısıyla imzalamıştır. Böbürlenmelerinin nedeni budur. Türklerin atası ritüllerinde başköşede oturur, oymakağası gibi bir şey. Oymak Türklerinin de bir Kızılkaya soyundan geldiği bazı gayri resmi kaynaklarda yazıla gelmiştir. Kaldı ki ilk Türklerin de Kızılkaya olduğu yine resmi olmayan gayri ihtiyarı belgelerde yer almaktadır. Bu da böyle biline!

Yüzsüzler her yerde, dikkat buyurun!

Tanrı yüzleri dağıtırken bazılarına hiç yüz vermemiş, bu yüzden yüzsüz doğmuştur bazıları (Biraz Yüzsüzlük Başka Bir Şey İstemedim adlı eserden alıntı). Kızılkayalar ve müritleri tarafından hiç sevilmeyen Türksoy’udur. Her yerde ve her daimlerdir. Hırçınlıkları kâğıt paranın icadına kadar gider. İsa onları her fırsatta lanetlemiştir (Tapınaktan Kovulma Sahnesini hatırlayın).

Evet. Bazıları ne yazık ki aldığı borcu ödemez, ödemediği gibi senden bir daha borç ister. Bu böyle sürüp gider. Çünkü yüzleri yoktur, çünkü bu adamlar ruhsuz ibnelerdir. Ruhsuzluk doğuştandır. İlke de bunların bazılarıyla karşılaşmış hatta yoldaşlık etmiştir. Onları kısa sürede tanıyamamış, söyledikleri yalanlara kanmıştır. Bu prototipler her yer de her zaman diliminde karşınıza çıkabilir, sayıca çoktur ormanlık alanlarda pusu kurar sizi kapanlamaya çalışırlar. İşleri güçleri paradır, analarını, babalarını, soylarını, kaynaklarını bu yönde harcarlar. İnsanlığın henüz evrim geçirmemiş türü olan yüzsüzler genelde insan gibi görünürler kılıfları ise yalan dolandır. Yüzsüzler cumhuriyetinin kurucuları da dünyanın en soylu hırsızlarıdır. Dünyayı bunlar yönetir. Tüm sendikalar, vakıflar, partiler, okullar, şirketler, üniversiteler, bankalar, bilim merkezleri, kültür sanat kuruluşları bunlara çalışır. Aldığınız nefesi paraya çevirip ceplerine indirmeyi olağanüstü bir beceriklilikle beklerler. Küfür edersiniz ama işlemez, çünkü yüzsüzdürler. Tuzaklarını şehre kadar indirmiştirler, komşular bile yaka silkmektedir bunlardan. Komşu Ali bunlarla bir araya gelmemeyi öğütlemiştir. Bir keresinde bir araya gelmeye çalışmışlar ancak bir olmadan araya gelememişlerdir. Birlik ve bir olmak deyimleri buradan türemiştir, aslına bakarsanız her deyim bir afetin sonunda gelmiştir. Hava soğuksa tanrıya değil, doğaya küfreder insan. İşte size orman kanunu. Orman kanunlarını goriller değil insanlar yazmıştır oysaki. En büyük yüzsüzler gorillerden değil bu suratsız zebanilerden müteşekkildir ve doğal olan da budur. Tanrı bu suratsızları bizim kıymetimiz anlaşılsın diye yaratmıştır. Bizler yani kalem üstatları her kelimede vicdan hesabını yaparken, bu yiyici takımı tüm memleketi götürür ve gazını çıkarırken bizlere küçük bir gülümseme bahşederler. Onların hesap vermekten anladıkları budur. Hesap vermek vicdan işidir ve (henüz bizler tarafından görülmemiş ya da bizler tarafından onaylanmamış) onların kitaplarında buna yer yoktur.

Yayıncı notu

Yazarımız -demeye dilimiz varmıyor ama- Black Sea’nin gelgitlerinde kaybolmuş, biraz yayla havasına muhtaç, biraz fakir, biraz burjuva edebiyatçısı, sosyalizmi ve diğer… izmleri ezbere bilen ama hiçbirine gönül vermemiş, öz memleketi olan dünyayı özleyen bir ruhtan fazlası değildir. Söz sanatlarına daha kundaktayken meyil etmiş, aşağıdaki satırları yine kendisinden bihaber tüm insanlığa adamıştır. Bir idealisttir. Aynı zamanda ergen bir hedonist… Doğduğu ve büyüdüğü insanlık mahallesinde gecekondusunu tam bir gecede lügatlerde bulunmayan kelimelerden inşa etmiştir. Annesi ve babası hakkında bilgimiz yok, ya da yayıncı firma tarafından bize henüz bildirilmedi. Meçhul. Gençlik döneminde âşık kalmayı elden bırakmamış bir romantiktir kendisi. Şiir yazar ama kimse okumaz, özür diler kimse umursamaz. Kimselerle uğraşmaktan kendisini unutmuş bir yazar ukalasıdır. Zamansal olan her şeyden nefret eder. Ailesi konargöçer olabilir diye düşünen birkaç eleştirmen vurmuşluğu vardır. Düşünceye saygılı olmakla birlikte insanın ürettiği hiçbir şeye biat etmeyecek kadar da anarşisttir. Sevdiği tek yazar yine kendisidir. Bu yüzden hep melankoliktir. İçkiyi ve içeni sever ama sarhoş olduğunu gören olmamıştır. Gördüm diyenler de dedikodu yapmıştır. Aşikâr olana dedikodu zaten gereksiz. Üzgün Tanrıların Tarihini 8 yaşındayken yazmıştır lakin tek baskı yapan kitaptan kimsenin haberi yoktur. “Kitapsız bir yazarı halk sevmez” diyenlere inat halen yazmayı sürdürmektedir. Amacının ne olduğunu soranlara sadece gülümsemektedir. Herkese duyurulur.

Can Murat Demir

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR