Azap Diyarı

Tanrı, sevgiyi bıraktı dünyaya, emanet etti onu insan doğasına. Ve o andan itibaren kimi anlayamadığı için, kimine ağır geldiği için azap diyarı adında bir sahne kuruldu dünyada. Cehennem sakinleri bile anlamsızca izlerdi, akla sığmayan sevginin kalpteki hudutsuz yolculuğunu.

Yaşam izlerimizin içinde, her anımız mutlak enerjinin kendini baştan şekillendirmesiyle doğurganlığı tatmakta. Bu doğurganlık evrenin kendi bütünlüğüdür aslında. Taşından, ışığına; ağacından, gölgesine…

Sevginin zamana, zamanın sevgiye gerçekten ihtiyacı olup olmaması değildi akla düşen zerreler. Zaman denilen olgunun yüklendiği görev, sadece ihtiyaç duyulan anların toplamıyla anlaşılmaya çalışılmaktaydı ve bu haksızlıktı. O vakit yitirildi sesler, o vakit çekildi Tanrı yansımalarındaki suretler. Hisler yalnız maddelere dönüştüler. Bu sebeple belirlenmiş oldu azap sahnesinde acı çeke(nler)cekler…

Belirlenen kimlikler duygu ve mantık dağılımlarının paylarına bölünürken; yapılan dağılımın olumlu ya da olumsuz karşılıklarının sorumlusu olduğunu anlamaktan acizdiler.

Evren doğurganlığını esirgemedi, unutmadı hiç bir zaman. Tiksinilerek bakılan böcekten, büyük parçalara çarpmadığı için gökyüzünü kendi rengine boyayamayan kırmızı ışınlara kadar. En küçük zerreden, en büyük parçaya ilahi dansın eşliğinde sayısız suretlerce yansıdı Tanrı. “O” güneşle uyandıran, kuş cıvıltılarıyla yayılan…

Onunla tanışabilmek için kutsal kitapları keşfetmemiz gerekmiyor aslında.

Zorla inandırılmaya çalışılan hayatlarımız, yalan seslerin perdelerinden ibaret. Azap sahnesi ise aynı perdelerle açılıp kapanmakta…

Muhtaçlığın sesleri, çoğu zaman muhtaç olunanları çağırmaya yetmez. Ulaşabilmenin biçimi, dokusu; tenden tene, ruhtan ruha farklılık gösterir.

Azap sahnesindeki rollerimiz devam ediyorsa; eksik oluşumuz, anlamdan uzak ifadelerle yoğrulmuşluğumuz engeldir sebebini görmemize. Farkındalıkları fark etmek, biçimlenen ruh-beden bütünlüğünde sahnede olup olmamamıza karar verir.

İlahi düzenin siluetlerindeki Tanrı yansımalarını görebilmek için; yaşarken ölmeyi becerebilmeli insan. Doğru şekilde idrak edebilmeli… Aksi halde ölmek için yaşamanın vaktidir geçmesi beklenen.

Serdar Bayraktar

Serdar Bayraktar
Serdar Bayraktarhttp://www.felsefehayat.net
1984 Ankara doğumlu, memur bir ailenin küçük çocuğuyum. İlk ve orta dereceli okulları Ankara'da okudum. Niğde Üniversitesi Radyo Tv Yayımcılığı 2006 yılı mezunuyum. Resim ve müziğin de önemli yeri olduğu hayatımda yazmak çok daha heyecan verici bir duygu. Bu yüzden yazmayı her şeyin önünde tutuyorum. Ankara'ya aşığım ve hayatımı orada devam ettiriyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR