Fikri yalnızlık — ya da benim deyimimle, yalnızlığın metafiziği — insanı acımasızca ezen, tek başınalığa iten, melankolinin dar boğazlarında dolaştıran bir tür kötü huylu cin gibidir. Derin bir iç çekişin kaynağı, ümitsizliğin en saf hâlidir. Boynuzlarında dünyayı taşıyan bir insanın yüküyle özdeş bir ağırlık, hayatın yaşanmasını zorlaştıran en derin acıdır.
Fikri Yalnızlığın Anatomisi
Fiziksel yalnızlıktan farklı olarak, fikri yalnızlık telafisi mümkün olmayan bir varoluş hâlidir. Bu hâl, insanı dışlayan bir serzenişin yankısı gibidir. Dış dünyaya kapalı bir bedenin artık ruha hükmedememesi, böylece içe kapanarak çaresizliğe gömülmesi… İşte bu, yalnızlığın en ölümcül safhasıdır. Kendine kalmanın en acılı görünümüdür.
Fikri yalnızlık, toplumsal ilişkilerden ya da insan psikolojisi kuramlarından farklı bir düzlemde cereyan etmektedir. Çünkü bu tür yalnızlık, insanın umutsuzluğunu besleyen ve onu içsel bir tükenişe sürükleyen ontolojik bir deneyimdir.
Modern İnsan ve Kendi Aşımının Bedeli
Bu ölümcül yalnızlık, hayvansallıktan — yani doğal içgüdülerinden — uzaklaşan modern insanın değil; kendini aşan ve bu aşmanın sancısını taşıyan insanın derdidir. Fikri yalnızlık, bir seçimin ve bu seçimin bedelini ödemeye razı olmanın kişisel sonucudur.
Eş Ruh Arayışı ve Acının Paylaşımı
İnsan öyle bir raddeye gelir ki artık bu sorunla baş edemez; sonunda katatonik bir hâl alarak içten içe kendisine bir ortak aramaya başlar. Bunu dile getirmese de kendi içinde hesaplaşmalara yönelir. Acıyı, korkuyu, müziği, sanatı, ortak bir potada eritmek ister. Kendisini bir diğer ruha adamaya hazır hâle gelir.
Bu noktada ruh, kristalleşmiş acısını bir başka bedene akıtmak ister. Eş ruh, insanın kendi yalnızlığını eritmeye çalıştığı bir maden gibidir. Bu birleşme, bir nevi metafizik ayindir; birlikte ölme isteğinin damarları titrettiği bir kutsal tören… Sıradan insanlardan farklı olarak, yalnızlığın zehri bu sayede dışarı atılmaktadır.
Yalnızlıktan sersemleşen ruh için, önceden bir hayvan dışkısı kadar değersiz görünen hayat, bu paylaşım sayesinde yeniden kutsal bir nimete dönüşmektedir.
Kendine Yetmek: Yalnızlığın Panzehiri
Sonuçta ruh, zehrini akıtacak bir başka beden bulmuş, ona tüm hayatının anlamını yüklemiştir. Bu, insan için hem en sağlıklı hem de en estetik tedavi yöntemidir.
Ancak başka bir panzehir daha vardır: kendine katlanmak.
Kendine katlanmak, yalnızlıkla başa çıkmanın, insanın içsel çoğulluğunu yönetebilmesinin en üst biçimidir. Bu hâl, yaratıcı gücü ve sanatsal potansiyeli açığa çıkarır. Schopenhauer’in dediği gibi, insan sonunda şu farkındalığa varmaktadır:
Kendime yetiyorum. Yetebildiğimi biliyorum. Bunun için kimseye ihtiyacım yok. Mutluluğu ancak bu yalnızlıkta buluyorum.
Bu, yalnızlıktan kurtuluşun en kişisel yoludur. Fakat aynı zamanda insanın kendini kandırmak zorunda kaldığı tek travmadır.
Fikri Yalnızlığın Estetiği
Kendine katlanma, sezgilerdeki parçalanmışlık, depresyon, acı ve yaratıcılık gibi unsurlar, insanın varoluşuna yön verir. İnsan, kendisine bir ortak bulduğunda, aslında hayatı da yeniden bulmuş olur. Bu bağlamda, aşkın metafiziği, yalnızlığın sağaltılması sürecinde insanın en estetik buluşudur.
Fikri yalnızlık, hayatı onaylayan ruhların bir araya gelmesiyle oluşan metafizik bir birliktir. Aşkın yeniden tanımlandığı, insanın kendini hem yok ederek hem de var ederek dönüştürdüğü bir bilinç hâlidir. Bu, yaşamla ölüm arasında kurulmuş en ince köprüdür.