Zaman, İnanç ve İnsan: Ruhun Kutsallaşan Bekleyişi

Günlerin, haftaların ve yılların zaman kavramından azade edilerek kutsallaştırılması çok eski bir gelenektir. Bir Ortaçağ hastalığı ya da Doğu mistisizminin kalıntısı da denebilir. Ancak bu gelenek, insan varlığına anlam katmaya çalışırken aslında onu hiçliğe karıştırır, kendisinden uzaklaştırır. Zaman, bir teselli aracı olmaktan çıkmış, adeta insan kanıyla beslenen bir canavara dönüşmüştür. Peki neden?

İnanç, Zaman ve İnsan Arasındaki Gerilim

Farazi bir bekleyişe teslim olan, tanrıdan çok tanrıcılığa sığınan insan, ruhsallığa başvururken aslında kendi bakirliğini bozar. Kendini kutsal olana bırakır. Bu saatten sonra her yer mabet, her yer tanrıdır. İnsan ne zaman kendisinden ayrılsa, yine kendisini tanrının kollarına bırakmakta gecikmez. Bu kendinden geçişin adı konur: İnanç.

İnancın kökeni psikolojiktir, ancak burada bahsettiğimiz “ruhsal psikoloji”dir; yani tanrısal olana yakın, yeryüzüne en uzak olan hâl. Bu yüzden inanç ile zamanın sevişmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. İnsan, yeryüzüne fırlatıldığı andan itibaren bu konuya kafa yormuş, ancak hiçbir ilerleme kaydedememiştir. Çünkü zaman ve inanç serüveni, insan varlığından bağımsız biçimde ilerlemekte, onu yalnızca sürüklemektedir.

Bekleyişin Kutsallığı: İnsan Umuda Tapar

İnsan beklemeyi sever. Umut rüzgârlarında yıkanan ruh, sonsuz umulara açıktır. Kutsal olana âşık olmanın sarhoşluğuyla, insan yalnızca ruhundaki tanrıya tapınır. Çünkü o tanrısaldır. Bu, insanın madde âlemine ve ölümcül tehlikelere tamamen açık olduğu bir evredir. Zaman ise bu ruh hastalığının elçisidir.

Ümit edilen bir zaman dilimi içinde sürüklenen bedenleri takip ettiğinizde karşınıza yalnızca tek bir yalan çıkar:
“İnancın kutsallaştırılması.”
İnanç, kutsal olanların saklandığı bir mabet gibidir; fakat bu mabet, en ufak bir şeytani fısıltıda toza dönüşür. İnsan gözlerini kaybettiğinde peygamber ayetlerine sarılır; rehberlik etme görevi karanlığa devredilir.

Zaman, İnanç ve Tanrı Dilemması

İnsan beklemeyi sever. Çünkü zaman, onun için inancın test edilmesinden ibarettir.

“Tanrının sizinle olduğu inancı” bir akış değil, bir direniştir. İnsan her cümlesinde bir çağrıda bulunur, kaderine tepki verir. Kader çıkmaza girdiğinde Tanrı çağrılır. Bu Tanrı dilemması, ruhani bir rahatlama biçimidir. Peygamberler çağından miras kalan bu gelenek, inanç ve zamanın sevişmesinin sonucudur. Bu sevişme, peygamberi suni bir orgazma sürükler. Tanrı onu terk eder, çünkü günah kurtuluşa değil, ateşe gebedir.

Ayetler, İnancın Mührüdür

Ayetler, inancın mühürleridir. Zaman ve inancın birlikteliğinden doğan uhrevi insan, sürekli bir mücadele içindedir. O, doğallığını yitirmiş bir hayvan gibidir; tanrısal cinayetleri üstlenmeye hazırdır. Zaman ona eşlik eder, ama o yalnızca o anı yaşar ve o ana düşmandır.

Bu noktada zamansallık problemi çözülmeye başlar. Artık insan, baş tacı yapılır; her belanın ortasında bir öncüye dönüşür.

İnancın Acısı ve İnsan Varlığı

İnancın katmerleştiği yerde zaman acıya dönüşür. İnsan, kendi korkularını bastırmaya çalışır. En büyük korkusu çaresizliktir ve bu çaresizlik dünyasında onun yanında duran tek bir tanık vardır:
Varlık.

Can Murat Demir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları