Ana SayfaYazarlarMine SakaAldatma Anlatısı

Aldatma Anlatısı

Yıllar sonra aynı yola girmiştik yeniden. Aynı heyecan, aynı coşku ile. Öldürmeye çalıştığı kadar doğmuştum içinde. Bir ışık huzmesi gibiydim. Gözlerini kapatıp kaçmaya çalıştığı her an daha çok nüfuz ediyordum hücrelerine. Kurtulmaya çalıştıkça bende boğuluyordu. Geçmiş, her şeyi silmiş fakat bunu kıpırdatmamıştı. Bu hisler içerisinde olduğu ânı düşündü. Kabullenmeye çalıştı olmadı ama kaçamadı da. Gün geçtikçe çoğalıyor, kendine karşı koyamaz hal alıyordu. O çok inandığı benliği, geçmişe bulanıyordu.

Ben ise geçmişten sıyrıldığımı düşünüyor, mutlu mesut günüme bakıyordum. İnatçı değildim, kindar da olamadım hiçbir zaman. Ama beni sevmeyen ve aldatan insanlara karşı tahammülüm yoktu.

Milyonlarca kez hayatından çıkarıldım, her seferinde bir geri dönüş yolu bulmuştum. Hep zorlu bir yol oldu. Gururumu çiğnedim, aşka inandım, darmadağın oldum, parçalandım. Buna rağmen her seferinde döndüm. Lakin hiçbir zaman bıraktığım yerde bulamadım. Aslında hiç orada olmamış birinin nasıl olurda orda olmasını beklerdim. Bütün kesin kararlarımdan hep ani bir u dönüşü yapmıştım. Bu sefer dönmek istemiyordum. Daha fazla incinmek, sevgimle daha fazla gururlansın istemiyorum. Ve bunu yapmam için “sevilmediğimi” duymam gerekiyordu. Lakin öyle de oldu. “Seni sevmiyorum artık” cümlesini duymuş oldum. Sahi, hiç sevmiş miydi? Artık geri dönülmez bu yola girdiğimde düşündüğüm tek şey buydu. Sakin sakin hayatıma devam ediyor, naçizane bir yaşam sürüyordum.

Bir gün… Bir gece…

Ansızın geri geldi. Onca zaman sonra. Hem de bir başkasını sevdiğini söyleyerek. Ne için gelmişti? Ne istiyordu? Cevapsız bırakmak istedim, yapamadım. Bu sefer birçok şeyi göze almış, o gelmişti. Peki ya şimdi ne olacaktı? İçimde koca bir gezegen vardı fakat içinde ne yaşamam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Ne hissediyordum, ne hissetmem gerekiyordu? Düşündüğüm tek şey, bildiğim hiçbir şeyin olmadığıydı. Koca bir boşluktan ibarettim. Peki neden cevap veriyordum hala? Ona karşı bu kadar nötr olup neden karşı koyamıyordum? Gerçekten alışkanlık mıydı? Onca sene sonra aynı alışkanlığın devam etmesi ne kadar mümkün olabilirdi? Milyon tane sorum vardı özüme fakat bunlara verecek bir cevabım olmadığını da biliyordum. Cevaplaması için bu soruları ona mı sormalıydım?

Neden geri geldin?

Tüm gece bana dair olan o aşkı öldürdüğünü, en azından bunun büyük bir kısmını başardığını, hayatındaki güzel şeyleri, sevdiği kadını, lüzumsuz iş ortaklıklarını anlatmıştı. Bense bunca zaman sonra, fiziken çok değişmiş olmasına rağmen kimyasının bu denli aynı kalmasına hayret ediyordum. Uzun zaman sonra onu görmüş olmanın verdiği tarifi olmayan duygu ile -gerçekten anlamsız, boş ve tarifsiz bir duygu- öylece dinliyor ve izliyordum. Ortam sanaldı. Zaten karşımda rakı bardağını öyle tutsa, düşüp bayılırdım. Adıma açılmış bir rakı şişesine, bir türkü ile eşlik ediyordum kendimce:

Ne hallere düştüğümü sorarsa, o yâr beni sorarsa. Bağrıma taş bastığımı söyleme ona, söyleme. Yâre söyleme.

Beni sevdiği kadar seviyor muydu o kadını? Bunu düşünmek için çok fazla vaktim olmuştu, lâkin, hiçbir zaman sonuca varamamıştım. Tanıdığım dediğim adamı tanıyamamıştım, bunu mu doğru cevaplayacaktım. Söylediğine göre son kez konuşuyorduk. Bundan sonrası “bizim” için bir uçurumdu. Yıllarını verdiğin biriyle, yıllar sonra, aniden konuşmaya başlıyorsun ve bu konuşmanın içinde sana dair olan şeyleri söylemek, dertlerini anlatmak, mutsuzluğunu paylaşmak olduğunu biliyorsun. İçin her zamankinden çok daha karmaşık.

İçimden cenaze kalkıyordu

Herkes ordaydı lâkin ben kimseyi tanımıyordum. Birileri ölüyor, birileri ağlıyordu, birileri git gide azalıyordu içimde. Söyleyecek söz, düşünecek bir şey kalmamıştı. Eğer intihar etmeyeceksem bu uçurumu meşgul etmeyecektim. Eksik, yıpranmış, inançsız, zavallı hissediyordum. İstediğini alıyor, bu kaosa beni de sürüklüyordu. Karşı koyamıyor, koymak istemiyordum. Evrene bıraktım. Ya bu içimde yarattığı gezegen yok olacaktı ya da beni alacaktı. Gözlerimi kapadım, uçsuz bucaksız suyla kaplıydı yer. Besbelli uçurumdu bu benim için. Dönüşüm olacak mıydı? Bıraktım. Karşı koymaya çalışmıyordum. Zamanın her şeye ilaç olduğunu düşündüm ve zamana karşı diz çöktüm. Gözüm kapalı bekledim.

Gözlerimi açtığımda yoktu. Öylece gelip öylece gidiverdi, yine. Kanıma işledi, derime işledi, içime işledi ve gitti. Ve ben hissizliği iliklerime kadar hissederek, ironi dolu bir yaşantıya göç etmiştim. Bu bir intihar girişimiydi benliğimde. Geçmişi es geçmek yerine, dönülmeyecek yollara sokmak gerekiyordu. Rafa kaldırmak değil de yakıp yıkıp atmak. Günlerce buna hazırlandım. Geçmişte ona dair, onunla yaptığım şeylere dair ne varsa son kez hayatımdan geçirdim. Şarkılar söyledim, onu düşündüm, bol bol kahve içtim. Alkole dayandım, geceleri ağladım. Bitiyordu, hissediyordum. Onun yapamadığını ben yapacaktım ve raftan alıp yakacaktım geçmiş defterini.

Geçtiğimiz tüm yollardan geçtim, tüm anıları canlandırdım. Evren beni yine yanlış anlamış olacaktı, son kez diye karar verdiğimiz her konuşmada olduğu gibi bir önceki konuşma da yeni konuşmanın kapısı olmuştu. Onunla olan hatıralarımı yâd edip gömecekken, neden istemsizce karşısında bulmuştum yine kendimi?

Bu karanlık yolda, ellerim cebimde, onun yanına giderken öğrendim yalnızlığı. Bu sefer her zamankinden farklı gittim yanına. Bu sefer planlamadım anlatacaklarımı, söyleyeceklerimi düzenlemedim. İçimden ne geliyorsa, ne zaman geliyorsa o zaman söyleyecektim. Soğukta bekliyordum, hava nefes borumdan ciğerlerime doluyor, yaşadığımı hissettiriyordu. Bir yandan gözlerimle etrafa bakınıyor, bir yandan onu aramak için telefonumu cebimden çıkartıyordum. Tam o an da cehennem sıcağıyla dokundu omzuma. “Arama, hep bir nefes arkandayım.” Bahar geldi o an, güneş doğdu içime. Söyleyeceklerim bu kadar alelade olmayacaktı. Bir bara oturduk. Yıllar sonra canlı canlı karşı karşıyaydık. Neden gelmiştim ben buraya? Kafamda bin bir türlü havuz problemliyle savaşırken bir yandan da dağılmış saçlarımı topluyordum. Karşımda çocukluğum, gençliğim ve kadınlığım duruyordu. Ândan ve gelecekten bahsettik. Ortada bana, ona dair kelimeler vardı ama bize dair kelimeler eksikti. Cesaret edemiyorduk, bize nerden başlasak hiç tamamlanamayacaktı o cümle. Devrilecekti:

-Çok güzelsin dedi gözlerimden içeri süzülürken
Çok hızlı içiyorsun, sarhoşsun.
-Herkes ayıkken seviyor, ben sarhoşken de seviyorum seni.

Yüzündeki çizgilerin yerini ezbere biliyordum. Gözlerimi kaçırdım, bana bakarken oluşan mimiklerinin haritasını hafızamda çizdim. Ses tonundan ne hissettiğini anlayabiliyordum. Bu adamı tanıyor muydum? Yoksa ezberlemiş miydim? Tek kalan sigarayı da paylaştıktan sonra dakikalarca öylece birbirimize baktık. Zaman durdu, herkes yok oldu, biz kaldık. Konuşmamıza gerek kalmadan milyonlarca kelimeyi akıttık gönlümüzden. Her giden boş bardağın yerine dolusu geliyordu. İçtikçe birbirimize karşı bilmediğimiz onca şeyi döktük ortaya… İki eski âşık, iki eski dost, iki sarhoş, iki insan olarak çıktık yola. Ne yapacaktık, nereye gidecektik, nasıl olacaktı. Nasıl aydınlanacaktı gün, bizi nasıl ayıracaktı. Son kez nasıl ayılacaktık. El ele yürüdük, son kez. Sarılarak yürüdük, son kez. Taksiye bindik, mahallemize geldik. Taksi de ayrılsaydık her şey çok daha kolay olacaktı. Sarhoştuk, âşıktık ve nefret doluyduk. Evin önünde, benimle birlikte indi taksiden. Bana ilk kez burada bakmıştı. Onu ilk kez burada öpmüştüm. İlk kez kalbimden kalbine burada gökkuşağı uzanıvermişti. Şimdi, geldiğimiz bu durumda. Son kez olacaktı her şey. Karardı her yer, Azrail’e karşı son saniyelerimi oynuyordum. İçim yanıyordu, ellerimde cehennem soğuğu vardı. Aklıma İngiliz yazar Aldous Huxley’ın, “Bu dünya, belki de bir başka gezegenin cehennemidir” sözü geldi. Düpedüz cehennemi yaşıyordum. Bile bile, günah işliyordum hala.

Son kez sarıldım.

-Bir daha olmayacak. Lütfen üzülme ve kendini suçlama. Kendine çok iyi bak olur mu?
Peki, dedim giderken arkasından fısıldayarak.

Sahi, bakabilir miydim? Yeniden unutabilmek, onun dışına çıkabilmek ne kadar vaktimi alacaktı. Zaman bu sefer işe yarayacak mıydı?
Bu ânı yaşadığım için kendimi, seni ve ilişkimizi asla affetmeyeceğim.
Ve kadın için bir hikâye daha bitti.

Mine Saka

Mine Saka
Mine Sakahttp://www.felsefehayat.net/
1994 yılının soğuk bir Şubat günü, İstanbul’da doğdum. Yalova Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği mezunuyum. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konaklama İşletmeciliği lisans öğrencisiyim. Okumaya ve yazmaya tutkum çok küçük yaşlarda başladı. Yazı yazmak benim için özgürlüğün soyut boyuttan somuta boyuta geçişidir. Az konuşan çok yazan, gezelim – görelimci , hızlı karar veren, halinden memnun, çok Beşiktaşlı, biraz ağzı bozuk, biraz kırgın, en çok hırçın, biraz da Mine işte.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR