Bir anlatı kimi zaman yanıltabilmekte, özneyi yüzeysel bir hayal dünyasına sürükleyebilmekte ve hastalıklı bir maneviyat anlayışına yönlendirebilmektedir. Ancak bu kısır döngüye kapılıp “anlatı insana daha ne yapabilir ki” diyerek onu küçümsememek gerekmektedir; zira anlatı asla yalnızca kurgusal bir evren değildir. Anlatı, varlığın geçici gölgesinde soluklanmakta ve varlıkla kurulan bağın dolaylı bir ifadesi olmaktadır. Nitekim anlatı, varlığın bir aracısı olarak, Herakleitos’un Sokrates’in tanıklığında dile getirdiği “her şey akar” tümcesinde olduğu gibi, değişim halinde bulunan varlığın temel sorgulamasını içermektedir (bkz. Heidegger, Varlık ve Zaman).
Çerçici, bir açık-yapıt olarak okurun içsel-mırıldanmalarına olanak tanır. Bir akar-metin olarak sonsuz anlam olanaklarına uzanım sağlar. Yerinden olan dolayısıyla yerinde durmayan bir anlatı temsilidir. Borges’in kurmaca “labirent”lerini, Robbe-Grillet’nin anlamlı “sessizlik” ini kullanmaktan geri kalmaz. Kafkavari bir saldırının hazırlığıdır bu.
Çerçici (Blanchot ekseninde) sonsuz yeniden ertelenmeye maruz bırakılarak bitirilir (aslında bitirilmez). Novella okurla temasa geçtikten sonra bitmez, yazılanın kaderidir bu, bitimsiz bir yolculuktur yazılan. Bu bağlamda anlatı logos’un akışkan ve değişkenliğinin geçici olarak yakalanmasına sahne olur. Bu yakalanma bir tutulma gibidir. Çerçici logosun bezirgânlığını yaparken aynı anda biricik gayesi Varlık’a yakalanmaktadır. Böylece, bir şey anlatmak, aslında yakalarken-yakalanmak demektir; anlatı, hem öznenin hem de deneyimin kendini açığa çıkarması ve karşılıklı bir içeriğe teslim olması sürecini içermektedir.
Çerçici varlık tarihinde kendince ilerlerken isimleri silmekte, böylece yenilerinin, tekrar tekrar yazılabilmesine olanak tanımaktadır. Derrida’nın “silerek yazma” kavramı gibi, her silinen isim yeni anlam yaratma olanağını da beraberinde getirmektedir. Neticede hafıza (novella), bir silme işlemine kucak açmaktadır. Silme yazmanın imkanına dönüşürken yazma ise silmenin mecrası olmaktadır.
Peki, yazar bu hengameyi neden üstlenir?
İsim, ait olduğu varlığın ontolojik tüm kodlarını ele vermektedir (Platon, Krtaylos) ; isme sahip olmak, bir kişinin varoluşunu (novellasını) elinden almak anlamına gelmektedir. Bu, bir kaosun, Platon’un vurguladığı gibi bir büyüsel ritüelin başlangıcıdır. Bu doğrultuda Çerçici, bir ele geçirilme hikâyesi olarak okunmaktadır. Arafta olan, her şeye uzanabilmekte, mekânsız-oluş varoluşla sınırlı olmamaktadır. Yersiz-yurtsuzluk eşsiz bir fırsat sunmakta, mekânı olanlara erişmek ve onlarla ilişki kurmak için bir zemin sağlamaktadır. Tekrar edecek olursak, yersiz-yurtsuz olan özgürce saldırır ve savunulacak hiçbir bir şeyi yoktur. Saldırı aynı anda bir ele geçirme girişimidir.
Çerçici kolosal bir novelladır. Eklektik bir görünüme sahip olsa da, bu robus yapı Kenan’ın söylemine dolanır, bilincine sığınır, ancak bu geçici bir numaradır -bir üçkâğıt. Böylece Kenan, bir bilinç (hali) olarak belirmektedir. Yaşadıkları bu bilincin deneyimi, anlatı ise bu deneyimin ürünüdür. Kenan, anlatıcının elinde figüratif bir malzeme olarak iyi iş görür. Varlığın diğerkâmlık görevini üstlenirken kullanışlı bir düşüncenin uzantısı gibi var-olur: Spinoza’nın muhitinde önce bıçaklanıp sonra cemaatten aforoz edilen bir Yahudi’dir. Kenan, anlatıcının manevi çığırtkanlığının et ve kandan doğan bir yansımasıdır. Anlatıcı, kollektif bilinçdışı içeriğin tüm yükünü Kenan’a yüklemiştir. Kenan, baş karakter olmanın ötesinde, anlatıcının korkularını omuzlarında taşıyan bir hamaldır.
Novella bir danstır, ateşli ve savurucu; Çerçici ise eşli yapılan bir danstır, baba ile kızın paylaştığı hüzünlü bir vals.
Anlatı valste olduğu üzere –kendine– dönmeyi sever, tekrar ayrılması kolay olsun diye varlığa sıkıca sarılır. Bir başka deyişle kız, valsin ritmi gibi –kendine– dönmeyi sever; ayrılık kolay olsun diye babasına sıkıca sarılır.
Can Murat Demir
(Prof. Dr. Recep Yılmaz’a edebi itirafımdır).