Ana SayfaDENEMERüzgârla Sevişenler Soğuk Kelimesini Kullanmayı Sevmezler

Rüzgârla Sevişenler Soğuk Kelimesini Kullanmayı Sevmezler

Memlekette okuyan insan kalmasın diye tüm personel servisleri el ele vermiş, arabalarının dikiz aynalarına yapıştırdıkları el yazmalarıyla, dalga geçer ya da düğüne gider gibi bizlere meydan okuyorlardı. Bu bir cenk havasıydı. Biz, okumuş memurlar çaresizdik, ne yapsak olmuyordu, çareyi beklemekte bulduk. Soğukta beklemek… Kitap okumaya alışık olmayanların diyarında yalnızdık ama neyse ki heybemizde hazırda birkaç kitap ve yazılmayı bekleyen tonlarca kâğıdımız vardı. Kitaplarımız karşı eylem için sabırsızlanıyor, direniş dile geliyor, hatta servisçilere inat kendi kendilerini okuyorlardı. Kendini okumak kendinle kalmanın yarattığı bir şizofreniydi. Toplu bir okuma eylemi toplu bir düşünme ayinine dönüşmek üzereydi. İnsanlık tarihi servis bekleme duraklarında hayat buluyordu. Duruma kayıtsız kalan şoförler cemiyeti yetkilisi tepkileri üzerine çekmekte haklıydı, haksız olanlar ise soğuktan donmaya devam ediyordu. Kitaplar okunsun diye her yerde ilanlar yapılıyor, sabah ezanına müteakiben tüm imamlar namaz öncesi iki sayfa kitap okumaya mecbur bırakılıyorlardı.

Tarihte ilk edebi eser okuyan imamın adı:
Kenar Mahalle İmamı Cemal Fenaokuyan’dı.
İlk okumasından sonra tanrı onu yanına aldı.

Her sabah aynı dalavere. Sabah saat 06.30’da kalkış. Uyku çok tatlı. Yataktan kalkış 06.45. Hava soğuksa uyku daha da tatlı. Uyku her zaman tatlı. Kafka boşuna dememiş: İnsan uykusunu almalı. Kahvaltı yok. Yasak. İkinci bir emre kadar bu saatlerde kahvaltı yapmak ihmal edilmeli. Bültenlerden öğrendiğimiz kadarıyla sabah tüketilen şeyler insan sağlığına zararlıymış. 06.48 dişler fırçalanıyor. Dişlerdeki tartara ölüm. Yaşasın öldürme hakkı! Cüzdan, kimlikler, anahtarlar, kalem kâğıt bir de kesinlikle okunası bir kitap: Ernest Hemingway olabilir. 06.50 servisi beklemek ölüm. Personel servisi. Hala soğuk. Bu saatte neden bu kadar soğuk, güneş doğmadı mı hala? Güneş yok. Hiçbir şey yok. Sadece servisi beklemek var. Şoför manyak bir cahil. Abartmıyorum. Arabesk repertuarımı geliştirdi pis herif. Neyse, gelsin de kurtulayım artık bu soğuktan. Çekilmiyor. Memurların başındaki en büyük bela işte bu gelmek bilmeyen servislerdir. Saat: 06.49. Hala soğuk. Servis yok. Servis yalan oldu diyenler var etrafımda, burası kalabalık. Tuhaf bir direniş hali mevcut. Soğukla işbirliği içinde olan servisçiler kooperatifi sanırım benim burada iklim şehidi olmamı istiyor. İklim derken bunlara da bir hal oldu. Küresel olarak hırçınlaşmaya başlayan servis şoförleri havadaki nem miktarına göre aidat almaya başladı. Son günlerde böyle şeyler normal sayılıyor. Çünkü hava soğuk. Çok soğuk. Nereden geliyor bu soğuk. Afrika’dan olamaz. Orayla anlaşmamız var. Asya hiç olamaz adamlar sadece pirinç yiyor. Pirinç yiyenden zarar gelmez, adam yiyenden korkacaksın. Bir motor sesi, kuş sesine benziyor uzaktan… Hah tamam geldi derken bizim servis değilmiş. Bizimkisi uyudu mu ki? Salak herif hep aynı şeyi yapıyor. Tam bir akşamcı. Kesin birkaç şişeyi yuvarlamıştır yine. Sorumsuz arabeskçi. Bu kadarına pes… Herkes heyecanlı. Üstümüzde bir ağırlık: sıcak yataklardan kalkmak nedir bilmeyenlerin vebali… Bu vebal hepimizin, tüm memurların. Soğuk bir yandan… Ters esiyor sanırım. Tekrar bir motor sesi. Bu kez bir tilki, evet, evet, yavrusunu emziriyor. Bakım yaptırmamış belli ki, insan ekmek teknesine böyle davranır mı? Onun da canı var. Bir duygusu var. Bir hesabı var bizimle. Her makine aslında elinden çıktığı mühendisin imzasını taşır. Burada bekleyenler içinde mühendis var mı ki? Yazık adama şimdi çok içerleniyordur. 06.50. Uyuklayan çöpçüler bile halimize gülüyor: kahkahaları boş caddelerde yolu beklenen çilekeş minibüse bir ağıt gibi yükseliyor. Ama yok gelmiyor. Dünyanın tüm minibüsleri geçti karşımızdan ama bizimki yok. Talihsizlik bu ya aramızda acıkanlar ve sevgilisini özleyenler var; susuzluktan ölenler var. Ne yapmalı? Hah buldum: kitap… Isıtacaktır ellerimi, gözlerimi. Bir sokak lambasının yoldaşlığında bir adam kendisini saat 06.45 dolaylarında okumaya verdi, yapılan tüm müdahalelere rağmen ne yazık ki kurtarılamadı. İşte senin ardından atılacak manşet bu. Hala yok. Gelesi yok galiba. Gelmesi planlanan servisler neden planlandığı gibi aynı saate aynı yerde olamıyor? İşte size çok bilinmeyenli bir felsefe problemi.

İlke, sabahları huysuzlanırdı. Daireye giderken gergin oluyordu. İstemediği bir işi yapıyormuş gibi davranırdı. Beklemek beni heyecanlandırıyor ne yapayım, kendim olamıyorum Salim. Hep aynı kısır tartışmalar… İnsan düşündüğünde hak vermiyor değil. İşe giderken yaşanan bu hırçınlaşma Salim’i de deli ediyordu. Örneğin sabahları böyle kadınlarla sevişilmez, balık tutmaya gidilmezdi, hele geç kalmışsa küfrün bini bir para. Böyle bir kadındı, yaratılıştan uyumsuz, sonradan olma aristokrat. Acaba tüm aristokrat takıntılı insanlar böyle miydi? “Bilmem ki, ben böyleyim işte” deyip işin içinden sıyrılıyordu. Bazılarına göre pahalı bir fahişe gibi giyinen rüküş bir memureydi. İşyerinde merhaba dışında hiç kimseyle görüşmezdi. İmza için gittiği müdürün odasından bile hemen çıkmak için bahaneler üretir, müdürün çay teklifini hemen örseler, yoluna bakardı. Yolu yol değildi ama olsun kendisi belirlemişti en azından. Tehlikeli ve paranoyak davranışlarının müdürü de farkındaydı. Ama ne yapsın, tam yetkili memure İlke her şeyi yapabilecek kadar özgüvene sahipti. Evrakların tüm sayılarını, dosya sırtlarını, arşiv numaralarını ve parafları ezbere bilirdi. Resmi yazışmalar ondan sorulurdu. Hiçbir zaman paniklemez, sabah ilk çay sigaradan sonra memurlarına emirler yağdırırdı. Kendine gelmesi bu sigara çayın sevişmesine bağlıydı. Sevişmenin ürünü olarak iki güzel çocuk peyda olmuştu: hızlı imza ve evrak okuma. Bu iki çocuk İlke’ nin dairede nefes almasını sağlıyor, kronik işyeri spazmına ilaç gibi geliyorlardı. İlke bekâr bir anneydi ve babasız büyütmüştü çocuklarını. Onlardan her yerde gururla bahseder, karınları doysun diye fazla mesaiye kalırdı. İlke, fedakâr bir anne, bedbaht bir insanoğlu, hırçın bir memureydi.

İlkenin söyleyecekleri var…

(İki yetimle yapayalnız kaldığım acımasız hayatta bana el veren olmadı. Verici adamlar benden hep uzaktı. Ben tam bir alıcı kuştum oysa. Lanet erkekler beni hep kullandı. Bir feminist olmam gerekirken devrimci oldum, her ikisi bir arada gitmez dediler. Birini bıraktım. İnsan bazen yüklerinden arınmak istiyor. Hayatımdaki erkekler sayesinde çocuklarımın -dairedekine nazaran daha büyük bir hırsla- daha iyi yerlere gelmeleri için çabaladım. Geldiler de. Şimdi iki tane nur topu gibi derdim var. Onlar olmasaydı, memurlara ve müdüre nasıl ayar verirdim. Kariyerime ön ayak olanlar benim çocuklarımdır. Ama etraflıca düşündüğümde “bu hayat benim mi” sorusuna verecek sağlıklı bir cevabım yok galiba, sanki bestesi ve güftesi başka birine ait bir hayatı bana reva görmüşlerdi. Kimdi bunlar? Kim kim kim)

İnsanın yakasını bırakmayan, üzerine yapışan bir soğuk… rüzgârla sevişenler, soğuk kelimesini kullanmayı sevmezler, tekrara düşen ama insanın içini ısıtan bir yapısı olduğunu savunurlar. Bu sofistlerden bu yana böyle. Çıkacak ilk kitabıma soğuk ile ilgili bir önsöz yazmak akıllıca olacak. Ama soğuğun bundan haberi yok.

Sabah sabah çekilmiyorsunuz. Boş boş duracağınıza iki satır bir şey okuyun yahu! Kitapsız adamlar hiçbir zaman beni duymadılar. Bu servisin geleceği yok. Bari memleketi kurtaralım, malumunuz okuma oranı yerlerde. Yazıklar olsun. İçlerinden biri İncil okuyor! Olsun ona da razıyız. Ne de olsa güzel bir kurgu. Uygulamasından tüm Hristiyanlar kaçınmış olsa gerek, dünya hala bu halde… Yazan güzel yazmış yine de. Üşüyorum, üşümeye devam. Kitap ısıtmadı, yaksam ısınsam nasıl olur. Hayır, bana yakışmaz. Tüm mahalleli bana güler. “40 yıllık memur meydanda kitap yaktı” dedirtmem! Memurluktan ne gördük ki olmaz olsun. Ama kâğıt kokusu olmadan yaşanmaz. Lanet olsun tüm mahalleye, pis kitapsızlar! Beni sabah sabah, elimde nimetle küfre mecbur ettiniz. Tuh suratınıza! İncil okuyan sinirleniyor. “Küfretme günah” Hadi oradan diyorum içimden, sen kimsin. Önce kendini bir geliştir, farklı şeyler oku. Yaklaşık 18 senedir İncil okuyup öğrendiğin tek cümle bu mu? Hadi oradan pis misyoner. Seni kim memur etti günah saymaya? Bizim dairenin, tapu-sicil-kadastro işleri yaptığını sanıyordum, hata yapmışım, kandırılmışım, meğer burası “Yehova Kardeşliği”ne aitmiş, kusura bakmayınız cahilliğime veriniz. Tanrıyla arama giren ilk münasebetsiz de siz değilsiniz. Burada soğukta tir tir titreyen biziz İsa değil. Bunu not ediniz, o üşüyenleri korumuyor sanırım. Kendinize çekidüzen vermelisiniz. Örgütlenmenizde ve iç yönetmeliğinizde bazı sıkıntılar var. Benden söylemesi. Saat 06.55 servis yok. Servis kendini taşıyamıyor sanırım. Servisçilik dedikleri bu olsa gerek gelmiyorlar adeta bekletiyor ve sabrımızı test ediyorlar. Bu servisçilik anlayışını değiştirmemiz lazım, bu da ancak okuyarak olacak bir şey. Okumak bu denli önemli işte. Okumayan insan, cinsine eziyet etmekten memnundur: İncil okuyarak bu işi çözemezsiniz efendim: tanrı korunmayı değil bilinmeyi istiyor! Hayır, hayır kabul edemem, inançlı biri olmasam da İncil okumanıza gönlüm razı olmaz.

Bazı resmi dairelerde birtakım memurlar kitap okuyanları tespitle görevlendirilmiş, hatta okunulanların hayata –pratiğe- geçmemesi üzerine doktora yapanları bile varmış. Hal böyleyken, devlet yetkilileri, konu hakkında bir kanun çıkartarak (sabotaj kanunu) kitap okuyanların sosyal haklarını geri iade etmiştir. Cahilleri topluma kazandırma platformu kadrolarında Rus gizli servislerine çalışan üst düzey memurlar tespit edilmiş, bu bürokratlar KGB kitap listesine okur olarak zorla kaydedilmiştir.

Memur bir ailenin son çocuğu, bir Tolstoy sempatizanı, ya da kendini soğuğa adamış bir mürit dile gelmeden imana geldi: Her kim ki, insanlığı medeniyetler boyunca bir yerden bir yere taşımış, işte onlar bizim yanımızda yer alanlardır, onlar cehennemle ödüllendirilmişlerdir.

“Benim babama bile eyvallahım olmaz. Kimsenin önünde eğilmem” Bu ne demektir acaba? Hangi dilde yazılmıştır, hangi çevirmenin ellerinden çıkmıştır? Bir servisçi en son ne zaman küfretmiştir. Arabeski neden severler? Bilinmez. Bilemeyiz. Leş gibi özgüven kokuyor. Bu kelime öbeği bizim servisçi Vedat Bey’e ait. Onun son aforizması. Bey dediğime bakmayın kendisi tam bir şehirleşememiş köylü hödüktür. Bunu yazdıktan sonra kendisi ölmüş, haber alınmamış; aforizmadan sonra felsefeci ve edebiyatçıların nutku tutulmuş, tarihe yön veren bu cümle karşısında hepsi aynı ağızdan acze düştüklerini belirtmişlerdir.

Tüm servis mağduru memur arkadaşlara duyurulur.

 

Can Murat Demir

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR