Biçem
Özüme baktığımda: sonuçta “deneme” olarak ortaya çıkan yazı, nice yazısız önceler ardından, dilim ile kendime özgü birliktelikte gerçekleşen uzun ya da kısa bir yapıttır. Bu “kendine özgü” dediğime gelince: deneme biçemi diye niteleyebileceğim şeydir bu.
Var mı yok mu, – varsa nasıl bir biçemim var, peki? Bu biçemin ne olduğunu, hangi ögelerle oluştuğunu, nasıl bir ateşle yandığını, neye benzeyen bir görünüm sergilediğini söylemek bana düşmez sanıyorum. Denemeye, her şeyiyle bittikten sonra, bir bakıma dıştan yaklaşanların sözlüğünde yer alan bir deyim “biçem”. Bense, biçemimin üzerine ancak bir içduygu, bir özduyum, çoğu kez bir sanış olarak bazı şeyler söyleyebilirim. Deneme biçeminin içiyim ben. Biçemi içten yaşadığım inancındayım. Yazım ile biçemim diye iki şey yok,- birbirleriyle özdeşler.
Yazıya döktüğüm, yazıya geçirdiğim, yazıya kazıdığım, yazıya ışınladığım, bir bakıma, kendi biçemim. Bu deyimlerin tek başına hiçbiri yazarlık durumumu upuygun yansıtmaz. Gerçekte yazım ile aramda, biçemim ile aramda uzaklık yok ki başka türlüsünü tasarlayabileyim. Özümün öz yaşamı biçem, – her yapıp ettiğimde o; ister istemez, denemelerimde de o. Ögelere ayrılabilir mi ki? Ayrılsa da, sayımı dökümü yapılabilir mi hiç? “Biçem” deyince: beni ben kılan; zaman zaman kuşkulara kapıldığım olsa da, pıtrak pıtrak ögeler geliyor gözümün önüne. Kimi keskin çizgilerle, kimi pusluca örtülerle denemelerimin dokusunda hepsi. İşte yazıyla: dinç dinç koşturmalarım, yorgun değerlendirişlerim heyecanlı yargılayışlarım, akıllı uslu önermelerim, kılı-kırk-yaran saptamalarım, vıdıvıdı dikkatlerim, hiç hesapta olmayan gözden yitirmelerim, becerikli sarıp sarmalamalarım, beklenmedik tökezlenmelerim, engelleri aşamayışlarım, zorlukları yenme istencim, algılama sürçmelerim, bakış açıklıklarım, dön dolaş bir türlü çözüme varamayışlarım, durup dururken çözme yaratıcılıklarım, boynu bükük hüzünlerim, özenli gidişlerin içine örülmüş talihsiz eksikliklerim, bitmez sallantılarım, seçmeler gelip çattığında kaçışlarım, bir kez seçtikten sonra ayak direyişlerim, bildirim dürüstlüğüne ödünsüz saygım, düzmeceliklerden yüz çevirişlerim, ortalıkta görünmedeki ölçülülüğümle elele yazıda gerekli gizliliği severliğim, dile sımsıkı sarılmışken silkinircesine aklı başa toplayıp kendime gelişlerim, sınırlama sevgisiyle sınır tanımazlığı birlikte götürüşüm, tadına doyulmaz dinginliklerim ile kasıp kavuran tedirginliklerim, umulmadık isteksizlikle kendimi bırakışlarım, şaşırtıcı yüreklilik özlemiyle ileri atılışlarım, eylemlerim, eylemsizliklerim, eylemelerim…
Yazı-biçem: önünde sonunda, tümceler oluşturan, tümcelerden oluşan dilsel bir akıştır. Tümcelerse, her biri birer dil-evreni. Deneme biçemim, tümceleme biçemim. Kimi tümce uzunluğuna, kimi tümce kısalığına yapışık anlatım hızım, anlatım yavaşlığım. Bazan ilk bakışta buda-nerden-çıktı-olmasa-da-olur gibilerden omuz silkilen mini mini sözcükler, bağlaçlar serpiştirilmiş tümceler; bazan da, dilbilgisi kafasıyla “tümce” denmeye bin tanım isteyen ama öz biçemim doğrultusunda “eksiksiz” olduğuna inandığım tümceler, – bol bol devrik tümceler, çoğu dik duruşunu kendi içinde ya da söyleyişime özgü ses-mantık akışında taşıyan tümceler.
Daha neler neler… Ola ki hepsi biçem, hepsi biçemden. Hepsi, hepsi, daha nice önemli çizgilerle birlikte, şöyle ya da böyle, “biçem” denen yazı-davranışımı oluşturuyor.
Örneklere gelince, – örneklemeyi pek sevmem, özellikle de tüketici susturuculukla “gösterme” savındaki örnekleri. Matematik mi deneme-yazısı. Bu da – bir deyime – biçemime yapışık bir özelliktir. Şimdi burada bu sıkıntılarla sürüp giden yazıya da – neden olmasın – istenirse bir örnek gözüyle bakılabilir. Ona ne kuşku, bana böyle de dedirten, belki, biçemim. Ne ki, baştan sona salınışıyla şimdi bu eldeki tüm denemeyi, kıyı bucak büyüteç altına alacak değilim burada. Gene de bir tutamak olması umuduyla, denemenin başlığına şöyle bir göz atmak bile, çoğun “yazgım” diye nitelediğim biçemimin ne olduğunu ne olmadığını az çok kavramada yararlı bir edimdir bence.
“Yazgı” diyorum biçemime. Öyle ya, her yönüyle benim kendi elimde olan bir şey gözüyle bakamam özbiçemime. Ele avuca sığmayan gizemler içerir denemeci biçemi. Bunun böyle olmasına hiç yüksünmüyorum. İyi ki böyle, yoksa nasıl erişirdim “biçemim” diye sözünü ettiğim şeye. Cana can katan kimi acı kimi tatlı gereklilikler-ile-rastlantılarla da, ya da rastlantılar ile-gerekliliklerle hep biçemimleyim.
Söz sözü açarken az kaldı unutuyordum, -hani deneme başlığı’na değinecektim; birçok ögesi biryana, denemenin çoğun geçiliveren başlığında da azıcık oyalanacaktım. İşte bu denemenin, olanca kuşatıcılığıyla deneme üzerine bu denemenin başlığı: “Denemeli Denemesiz“. Bıraktığı bölük-pörçük izlenime karşın, boylu boyunca içime kazınmış bir tıkızlığı var bu başlığın. Başka birçok şey yanında, kuşkusuz onlarla birlikte: bir özet, bir ipucu, bir hazırlık, giriş, sonuç, ödev çağrısı, bir izlence, doruk, kaynak, bir yaklaşma sınayışı, bir sav, bir sorgulayış, bir merak. Hem bilme ateşli hem merak mahmuzlu, incitmesiz gülmeceli bir alaysılık.
Bu böyle diye, tek deneme tek başlık, tek başlık tek deneme çeşidinden bir kuralım, kuralsılığım yok. Daha bu eldeki deneme: alt alta, dolanı dolanı, kimi başlıksız kimi yitik başlıklı, kimi başlığını var gücüyle dışa vuran kimi başlığını içinde saklayan irili ufaklı tektek denemelerin bir bileşkesidir.
Nermi Uygur
Denemeli Denemesiz
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Aralık 1999