Felsefe, kavramların yerinden sarsılarak insanın yararına evrilmesini öngörmektedir. Bu yönüyle felsefe, özgürleştirici bir kudret taşımaktadır. Düşünme eyleminin en saf biçimini barındıran felsefe, insan yaşamının hem temel hem de en derin eylemini beslemektedir. “Saflık” ve “sorgulama” gibi unsurlar sayesinde felsefe, daima zinde bir bilinç hâlindedir ve insana yeni bir hayatın kapısını aralamaktadır.
Siyasallaşma: İnsan Ruhunun Çöküşü ve Yalanın Egemenliği
Siyasallaşma, insanın kendine tapınmasının habercisidir. Her siyasetçi özünde bir megaloman ve bir yalan makinesi olarak belirmektedir. Yalan, halkın afyonu gibidir; bu nedenle “siyaset felsefesi”, özünde bir yalanlar manzumesidir.
Siyaset, toplumsal çıkarların uzlaştırılması gibi görünse de, temelde toplumsal ve psikolojik bir buhranı temsil etmektedir. Bu bakımdan siyaset, beşerî bir referans olmaktan ziyade günahın ve pisliğin içinde doğmuş bir kurumdur.
Ölümün Meşrulaştırılması: Modern İnsan ve Arabesk Tapınma
Ölümün haklılaştırılması veya meşru görülmesi, insanın felsefeden kopuşunun bir simgesidir. Bu, modern insanın arabesk bir fantazisidir. Burada felsefe yoktur; yalnızca ölümün soğuk yüzü vardır. Ölüm, felsefenin başlangıcını oluşturmak ister; ancak insan bunu kavrayamamaktadır.
Toprağa sahip olanı felsefeci ilan eden insan, aklını bu zehirle kirletmiştir. Bu yanılgının en görünür hali, “oy potansiyeli” adıyla kendini göstermektedir.
Oy ve Arzu: Siyasetin Karanlık Anatomisi
Oy vermek, odunsu bir arzudan doğmaktadır. İçinde kükürt, kan ve kör bir itaat saklıdır. İnsan bu arzunun kölesi hâline gelmiştir çünkü en eski içgüdü, çalma dürtüsüdür: para, oy, zaman, hatta hayat.
Bu dürtü, siyasetin köküdür. Tarihin en eski uygarlıklarını bile yutan siyasallaşma, insanoğlunun doyumsuzluk mirasıdır. Bu doyumsuzluk “propaganda” adıyla, yani yalanın kurumsallaşmış biçimiyle sürmektedir.
Devlet, Parti ve Hastalığın Türevi
Kanla beslenen tanrılar, kurbanlar ve fedakârlıklar… İşte siyasal devrimin ilkel kaynakları. Reformlar ise bu devrimin gayrimeşru çocuklarıdır. İnsan içgüdülerinin derinliklerine indikçe, bu gayrimeşruluğun içinde kaybolmuştur.
Toplum, bu çürümeden doğmuş ve sonunda “devlet” adıyla kurumsallaşmıştır. Devlet, siyasallaşan hayvanın terbiyeciliğini üstlenmiş, fakat insanı iyileştirmek yerine daha da yozlaştırmıştır.
Bu yozlaşmanın bir diğer ürünü “parti”dir. Parti, insan özgürlüğünün ayaklar altına alınmasının en görünür simgesidir. Her insan ruhu, bir parti merkezine dönüşmüştür.
Kutsal Yasak: Ruhun Siyasallaşması Men Edilmiştir
Bir ayette şöyle yazar:
“İnsan ruhunun siyasallaşması yasaklanmıştır. Çünkü siyasallaşan ruh, insanı yücelik yerine hayvanlığa indirger.”
Bu nedenle siyasallaşma, insan ruhunu soysuzlaştıran bir vebadır. Her kutsal öğreti, siyaseti men etmektedir çünkü siyasetin tapındığı tanrı madde, kulları ise insandır.
İlk İnsan, İlk Siyaset: Adem ve Havva’nın Politik Döllenmesi
Adem ilk insansa, aynı zamanda ilk siyasetçidir. İlk işaret, Havva’nın yasak elmayı tatmasıyla verilmiştir. Havva burada devrimci bir figürdür; politik bir bilinç taşımaktadır. Adem saflığı temsil ederken, Havva’nın kurnazlığı siyasal bir eylem olarak belirmektedir.
Yasak eylem, ilk günahı ve ilk siyasal döllenmeyi doğurmuştur. Böylece insanlık tarihinin ilk siyasal türü ortaya çıkmıştır: Homo Politicus.
İnsanın Ruhsal Fiyaskosu ve Felsefenin Kurtarıcı Işığı
İnsan ruhu, yeryüzüne fırlatılmış siyasal bir fiyaskodur. Bu fiyasko, entrikalar ve skandallarla oyulmaktadır. Ancak ilacı yine saf bilgidedir — yani felsefede. Felsefe, insana yeniden insan olma ihtimalini sunmaktadır. Çünkü yalnızca felsefe, siyasetin yalanlarından kurtuluşun gerçek reçetesidir.
Sonuç: Felsefeyi Siyasetten Kurtarmak
İnsanın icatları arasında yalnızca felsefe ölümsüzdür. O, insanın kendi karanlığıyla yüzleşmesini mümkün kılmaktadır. Bu nedenle felsefeyi siyasetin kirli ellerinden kurtarmak, ruhun kurtuluşu için zorunludur. Zira felsefeyi siyasetin içine sokan, insanlığın en büyük düşmanı, Tanrı katında lanetlenmiş bir varlıktır.
Can Murat Demir

