Ana SayfaYazarlarKonuk YazarKörlük ve Hiçlik

Körlük ve Hiçlik

Yükselmek, yukarıdan tüm güzellikleri görmek, özgür olmak niyetindeydim sadece, yaratmak niyetindeydim. Aykırı düşüncelerim kalabalığın algılayamadığı şeylerdi. Körler sürüsünden ayrıldım bu yüzden, kör değildim ben.

Başlarda korkularla başa çıkamazken, onların en büyük düşmanım olduğunu farkettim ve kurtulma yollarını aradım. O yolları bulana dek, korkular beni sürekli bir sürüye tekrar dahil etmek istiyordu. Böylece farklı sürüler keşfettim. Kaçmayı arzular oldum yalnızlıktan. Bende üç maymunu oynayabilirdim.

Ancak hayatın anlamsızlığı içinde savrulurken aldığım yüksek dozda yalnızlığa artık bağımlı hale gelmiş, yorucu düş-üncelerin ardından, artık bedenime ağır gelen başımı kaldırıp etrafıma baktığımda, kimse görememiştim. Yanı başımda oturanlar çoktan sıkılıp gitmiş, çoğu beni sonsuza kadar terketmişti. Hayat beni hayata küstürüyordu.

Durmadan durumun düzeleceğini söyledim kendime. Durmadan yalan söylüyordum yani. Hiçbir şeyin düzeleceği yoktu. Böylece yalan söylemeyi bıraktım. Yalanlarımdan kurtulduğumda yalnızlıktan aldığım zevk artmaya başladı. Birçok şeyin onunla keşfedilebildiğini farkettim ama yan etkilerini çok sonra hissedecektim.

Sürüngen körlerden ayrıldığımda, çaresizlik içinde tek başına süründüm bir süre, üretmeyen, çaresiz bir avare, arayış içinde bir sürüngendim hala. Ayaklarım ya da ellerim yoktu. Sağlam adımlarımı vuramıyordum yoluma, kolay av durumundaydım yani. Fakat hiçbir tehlikeli ayine katılmadım. Bu şekilde korundum, o kurtulmak istediğim yalnızlığımla. Bunu hesaba katmış gözler, en hassas yerden vurmayı denediler. Sanatın renklerinin en iyi silah olduğunu farkındaydı onlar. Boşvermişlik ve tembellik tuzağına düşürüldüm bir süre. Her şeyin bittiğini sandım. Her şey, açtığım gözlerimi tekrar kapatmam içindi.

Bu, dünyanın genel sorunuydu bana göre, en büyük sorunuydu, her şeyin kaynağı, bilinçli yapılan küresel bir hiçleştirme operasyonu. Gözler önündeydi, gözleri kör edilmiş insanlar yığını. Bir nesli daha yok ediyorlar, görüyordum, korkuyordum ve güçsüz hissettiğim oluyordu. Evrim devam ederken, yaşadığım hızlı dönüşüm beni bile şaşırtıyor, içimde tekrardan bir umut yeşermesini sağlıyordu. Bu hızlı dönüşümü herkes yaşayabilir, dünya ve yaşam çok daha farklı olabilirdi.

Umut yenilenmek demektir. Her çöküşün ardından yenilemiş olmuyor mu insan? Çünkü bir kıvılcım da olsa bir umut var her zaman. İnsan silahı başına dayayıp artık umudunun tükendiğini haykırırken, tetiği yine bir umutla çekmiyor mu?

Yenilenmek, acılı ve zorlu bir yolda ilerliyorsanız önemlidir. Kıyıya doğru ilerleyişimi bir şekilde sürdürmeliydim.

Henüz silahı başıma dayamak gibi bir niyetim yoktu. Hayatın anlamsızlığını tam olarak kavramadan ve yaratmadan hiçliğe bulamak istemiyordum kendimi. Üstelik bir gerçek varsa, bu mutlaka yalnız çıkılabilen bir yolculuk olmalıydı. Başladığım yolculuğu tamamlamak için her şeyi denemeye söz vermiştim çünkü gerçek özgürlük belki de bu yolculuğun sonundaydı. Rüyalarımda yolculuğun sonlarına yaklaştığımı görüyordum.Tek yapmam gereken, engelsiz yolda aydınlığa doğru koşmaktı.

Uyandım.

Güçlü ayaklarımı ve kollarımı keşfettim. Kendime ördüğüm duvarları yıktım önce ve ardında sürünün küçük engellerini farkettim.

Acılı, zor yolculuklara anlam veremeyenler, bu yollara engeller koyar. İnanmak istemedikleri hiçlik, belki de bu yüzden, anlayamadıkları için onları yok edecek.

Aydınlığa koşuyorum. Sonsuzlukta gezinen fikirlerin, çoğalmak için uğradıkları bahçeme… Burada, bazı fikir doğumları, sancılı ve uzun bir bekleyişin ardından gelir.

Bahçemde daha fazla vakit geçirmeye niyetliyken, çitlerimin ardından gelen sürünün kavga sesleri duyluyor. ve savaş, yıkım, gözyaşı, haksızlık ve hiçlik görüyorum orada. Devasa karanlık bir hortum misali benide çekmek istiyor hiçliğinin derinlerine. Üstelik ona karşı beni arkamdan itenler de var. Söylediklerine bakılırsa iyiliğimi düşündüklerinden yapıyorlar bunu.

Neyse ki güçlü ayaklarım var artık, kontrol tamamen bende ve rüzgarın beni sürüklemesine izin vermeden bahçemden ayrılıp aralarına karışıyorum bazen. Elimden geleni yapmak istiyorum içten bir yardımseverlikle. Haddim olmadan anlatma çabasına kalkışıyor, ardından pişman olarak dönüyorum.

Bahçemin ferahlığında bazı kafa karıştırıcı düşüncelere rastlıyorum. Onlardan biri bana şöyle diyor ”Çitlerinin ardındaki mücadeleye karış.” Hemen arkasından bir başkası: ”Orası sana göre bir dünya değil” diyor.

Zayıflık mı insanı yalnızlaştırıyor, yalnızlık mı insanı zayıflaştırıyor? Sıradanların kötü oyunlarına ayak uyduramayan herkese neden zayıf derler ki? Yalnız olmak kötüyse, neden tüm anlamayanlar yalnız değiller! Çevreleri kendi gibilerlerle dolu çitlerimin ardındakilerin ve her yer bu kişilerin çevresi haline geldi. Evet, orası bana göre bir yer değil.

Az sayıdaki farkındalar, bu kalabalık anlamayanlar sürüsünden köşe bucak kaçıyor mu? Bahçesini keşfedenler onlardan kurtuluyor da…

Sürüye önderlik eden aptallar ve onların askerleri, onların çarpık yapılaşmaları, onların popüler kültürleri, en çok satanlar ve bunların egemenliği midemi bulandırıyor.

Onların komik dünyalarına açılan kapıdan içeri ne zaman adım atsam, beynimi aptallıklarıyla uyuşturacaklar ve oradan bir daha çıkamayacağım düşüncesine kapılıyorum.

Birileri toplumun kanına giriyor, köleleşen toplum, köleliği reddedip kendi gibi olmayanı dışlıyor. Farkında olmadan kendini köleleştirenin hizmetkarı oluveriyor. Daha doğarken bir köle olarak doğuyor insan. En farkında görünenler bile bu oyunun bir parçası. Gerçek şu ki mecbur bırakıyorlar. Bu durum sistematik bir şekilde devam ediyor..

Herkesin kendi bahçesini keşfetmesi bu oyunu bozmanın tek yolu. Bahçesini keşfedemeyenler, ardından başka çaresi olmayarak girdiği yerde uyuşturuluyor.

Uyuşuk beyinli toplum, engeller çıkarıyor kendilerine katılmayana. İnemiyorlar derinlere, bu yüzden çıkamıyorlar aydınlığa. Uyuşan beyinler düşünebildiğini ve maymundan farklı olduğunu söylüyor. Oysa maymunlardan daha fazla özgür değiller.

Ahlak anlayışları, değerli ve değersiz diye niteledikleri, eşitliği adalet sanmaları, iyi ve kötü kavramları… Onların kalıpları dışına çıkıldığında uyuşuk beyinler sizi ahlaksız ve kötü, yaptığınızı değersiz sayarken, asla adaletli davranmaz. Fakat bu topluma dahil görünüp onlardan ayrı hareket etmekte mümkün.

Giriyorum içeri diğer deyişle, çıkıyorum dışarı. Öncelikle olan biteni izliyor, kalabalığın birbirine karışmış anlaşılmayan gürültüsüne kulak veriyorum. Bana aralarına karışıp kaybolmayı fısıldıyor. Karmaşa, çığlıklar ve aptal konuşmalar, sürekli birbiri üstüne çıkmaya çalışan insanlar. İçimdeki nefret duygusu arttırıyor tekrar.

İnsanlardan nefret etmiyorum. Uyuyan aptallaştırılmış ama kendini uyanık sananlardan nefret ediyorum. Ve yaptıklarından… Buradan çoğunluktan nefret ettiğimi çıkarabiliriz ama insan, özünde nefret edilecek bir şey değildir, nefret edilecek bir şeye dönüştürülmüştür. Tanrı neden nefret edilesi bir şey yaratsın ki? Nefret duygusunu tatmak için mi? Peki kaçınız o nefret edilecek azınlık içinde olmadığını düşünüyor?

Kalabalıkta yalnız kalmaktansa bahçemin nadide meyveleri olan fikirlerimle olmayı tercih ederim. Sürekli kavga eden, üstelik bunu değersiz şeyler için yapan insanlar! Değersizlerin değersiz şeylere önem verdiği yerde benim ne işim var! Hayır, karmaşanın içinde, rol yaparak kandırabilirim. Ancak sürü inanılmazdır, onlardan biri olmadığını anladıklarında ilk harcanacak kişi olursun!

Susun!

Bu düşüncelerin üstüne, tüm riskleri göze alıp sıradanların mücadele kapısından içeri tekrar dalıyorum. Göz gözü görmüyor, karmaşanın yarattığı (ki tek yarattıkları şey bu) toz bulutu, insanların birbirine çıkardığı engeller havada uçuşuyor. Bu karambolün içinde olan bitene anlam veremeyen çaresiz masumlar ve onlara liğderlik edenleri uzaktan gözlüyorum. Aralarından biri bana tanıdık geliyor, bakışlarımı ona yöneltiyorum.

O eski bir “farkında” fakat bahçesini tam anlamıyla keşfedemeyen uyuşturulmuşlardan… Çok şey bildiğini ve farklı olduğunu düşünse de, farkındalığı bir zamanlar biraz tatmış olması, diğerlerine karşı o ona üstünlük sağlıyor. Onu zavallılardan ayıran işte bu. Kavgasını ringin daha kenarından yapıyor, zaten fazlasıyla sersemlemiş olanları önüne geldikçe, zorlanmaksızın yere seriyor. Eskiden böyle değildi fakat yaşadığı çevre onu dönüştürmüş. Tanıdık sinsi, yerini de sağlamlaştırmış. Belli ki orada kalıp daha fazla kazanmak niyetinde…

O kendinden alt kademedekilerden hürmet gören biri. Mecbur bırakılan, sefil, muhtaçlar ondan iyilik bekler. Bu saf sefiller en azından daha onurludur. Onlar kurban edilmiş, artık farkında olmaları en zor olanlardır. En kötü koşullarda en güçlülerle mücadele etmek zorunda bırakılmış en alt kademedeki bu zavallılar, soylu kölelerin kölesi konumundadır. En kötü muayeneyi onlar görürken, çoğu zaman mücadelelerinde aldıkları darbelerden değil, kötü muameler ve ihmallerden dolayı toplu cinayetlere kurban edilirler. Buna karşın onlar, efendilerini savunurlar, çünkü muhtaç bırakılan zavallılar, hayatta kalma içgüdüleriyle mücadele ederken haklarını savunacak fırsatı bulamaz.

Hiçlerin yarattığı bu karambolde, mevkisi yüksek hiçler arzuladıkları mevkiye yalan ve sahteliklerle sahip olurken, amaçlarına ulaştıklarında, artık, mevki güçlerini bir silah olarak kullanıyor, diğer kötü çakmaları etrafına toplayarak daha birebir olan çakmayı yani kendilerini pahalıya satıyor.

Toplum bu gibilerin notuyla yükselir veya alçalır durumda. Kör toplum, yüksek mevkilerin kıçının yalanabileceğini savunur bir hale. Çitlerimin ardındakiler sahteliği deli gibi arzuluyor, orası kesinlikle bana göre bir yer değil!

Ve aldığım yüksek dozda yalnızlığın yan etkilerini yavaş yavaş hissediyorum. Tüm fani zırvalar kafamın içinde dönüp dururken birden önemini yitiriyor ve asıl sorun var olmak diyorum. Var olmak ve acı çekmek. Buna ne yapılabilir ki! Özgür olmak diye bir şey yok! Özgür olmanın tek yolu hiç olmamak. Ne gidebiliyorsun ne kalıp devam edebiliyorsun. Burada insanın en büyük çaresizliğinden bahsediyorum. Bu durum harfleri kullanarak nasıl anlatılabilir ki. Sessizlikte ve karanlıkta kaybolmak ve eğer mümkünse hiç varolmamış olmayı düşlüyorum. Anlıyorum bunun mümkün olmadığını, ancak anlamak yada düşünmek istemiyorum artık.

Varolmak bana heyecan verirken neden birden acı vermeye başlıyordu!

Eminim tekrar bir umut yeşerecek ve yenilenerek tekrar yoluna devam edecek bu varlık. İnsanın sırtına yüklenen taşıyamayacağı ağırlıklar bir süre sonra hafifleyecek. Bazı şeyler yoluna girdiğinde, yalnızlığın yan etkileriyle bu sayede başa çıkabilecek.

Şafak Tunca

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR