Ana SayfaDENEMESalim Bey Doktoruna Hayatı Öğretiyor!

Salim Bey Doktoruna Hayatı Öğretiyor!

İnsan kalabalığının anlamı üzerine kafa yormuş dünyaca ünlü kabzımal Einstein aşağıdaki satırları neşretmeden önce gözyaşlarını akıttı toprağa ve ağzından şu lakırdı çıktı:

Kötü günlerdi dostlar, türlü işkencelerden geçen koca bir Türk boyu, özgürlük mücadelesi veriyordu. Yıllardan 1200, senelerden ise 19. ayın 80. gününe denk geliyordu. Giden gelmiyor, gelen ise hayır etmiyordu. Doktor, bu kara günlerin kızıl şafağında doğmuştu, İlke her zaman ki gibi eylemdeydi. Çocuklar mutsuz, yaşlılar çember çeviriyorlardı. Hükumet, bu manzara karşısında sadece iç geçiriyor, askerin değil sivilin haklı çıkmasını hasrediyordu. Öyle de oldu. Birileri merak etti, sorguladı, hayatı öğrenmeye kalktı, bazıları hasta oldu, kimileri de doktorculuk oynadı.  Bir basın demecinde “İşte bu yüzden lanetlendik” dedi Başbakan.

Memleketin her yanından kanlar akarken, biz sokağa çıkma ve duvarlara yazı yazma geleneğimizi sürdürdük. Yaşlıların ilaç almasını geciktiren tıbbiyeliler birliği eskisi kadar liberal değildi o zamanlar. Aldığı kararlar iğrençti, bilimsel hiç değildi. Herkes doktor olmaya kalkışıyor, halk ise hastalıktan kırılmaya gönüllüydü. Hastalık da teşhis de çoktan yazılmıştı hâlbuki: HAYAT! Allah’ın belası hayat, o kadar oynak ve yoruma açıktı ki, herkes onu farklı yorumlama yoluna gidiyordu, bir virüs gibiydi. Herkes ihtilali unutup bu hastalığın sıkıntısına gark etmişti. İşbu hikâye, onların, kavramlar karmaşasında yönünü tayin edemeyen insanlığın hikâyesidir.

Zannedersem Şubatlardan biriydi ve galiba Salı’ydı, tam hatırlamıyorum, bir hasta geldi. Kendisi ağırlaştırılmış Alzheimer hastası. Yeni bilgim oldu. Hademeler bana geç bilgi vermişler. Hastabakıcılar zaten hak getire. Dosyasında böyle yazmıyor. Kendi kendine teşhis koyanlardan yani… Aşırı bronşitinin kaynağını insanlara öfkeli oluşuna bağlıyor. Faili meçhul bir bilgelikle bana işimi öğretmeye kalkan hasta adam, büyük bir beceriyle konuyu değiştirip, ilerleterek intihar hakkında düşündüklerini söylemeye başladı: Bu bir insan hakkı, evet, bunu dillendirmekten korkmuyorum. Ölümden korkmuyorum, sen hala bana teşhis ve tedaviden bahsediyorsun doktor! Kime ne anlatıyorsun! Neyi kime anlatıyorsun? Benim zamanım önemli, anladın mı zaman önemlidir. Ben ne zaman öleceğime bile karar verdim. Sen ne diyorsun doktor! Eğer tanrı izin verirse ki vermeli, bu ay sonu son maaşımı çekip ölmeyi düşünüyorum. Ölmek işte böyle bir şeydir. Hemen karar verip hayata geçirmelisin onu. Hayata geçirilen tek ölüm benimkisi değil tabi. Hem ölmeyi bile beceremeyeceksek neden yaşıyoruz bu hayatı hocam! Hayat, en güzel şekilde ölmeyi beklemek değil midir? Sen sadece tıp okudun, ben ise hayatı okudum ve özetini çıkardım bile doktor! 32 yaşındayım ama ruhum beş bin yaşında! Sakın bana bu yaşta bir halt bilemeyeceğimi ima eden cümleler kurma, bunu bana reva görme! Sakın! Biliyorum çünkü! Her şeyi biliyorum. Kendimden ve çektiğim acılardan aldığım yetkiyle: Sana hayatı öğretmeye geldim doktor! Hazır mısın? Yoksa ölmeyi bana yakıştırmıyor musun?

09.12.1980 tarihinde hastanemize müracaat eden… Kafa kâğıtlı, … Doğum tarihli… Adlı şahsa Akut gingivit, tanısı/tanıları konulmuş olup 12 Eylül ihtilaline kadar (Üç) gün istirahati uygundur.

Doktorlardan hoşlanmazdı İlke. Her margarin kuyruğunda bir kitap bitirir, sağlık planlamasına katkıda bulunurdu. Bronşit olduğunda 8 yaşındaydı. O zaman bile ihtilallere karşıydı. İlk direnişini tuvalette su kovasıyla gerçekleştirdi. Babası cezasını kesip bir ay harçlıksız bırakınca açlık grevine gitmiş, mahalledeki diğer sokak çocuklarına da bu yönde öncülük etmişti. Ona göre devrim denilen şey mahalle aralarında yapılan bir dedikodudan ibaretti, bu konuda ilk makalesini yerel bir gazete olan Sabaha Karşı Sevişenler’ de yayınladı. Yazı, ulusal planda çok ses getirdi. Ödüllerin ardı sıra kesilmedi. İlk kitabını yine aynı yıllara rastlayan zaman diliminde yayınladı. (Hastalıklı Memleketin Çocukları)

Herkes bağrışıyordu, önlerinden yiyenler:  Şans eseri hayattayız, yaşasın devrim!

Bronşit hastalığıyla cebelleşen bu hasta kendini Alzheimer hastası sanmaktaydı. Üstüne üstelik kendisi bunun farkındaydı. Bu farkındalık, hastalığı daha da ileri seviyeye çekiyordu; ileriki safhalarda hasta kendisini iyileşiyor zannedip intihara meyil ediyordu. Ölüm fikrine saplantılı olan hastalarda görülen bronşit illeti, kronik yalnızlık çeken orta yaşlı hastalarda görülüyordu.

İlke kendisine âşık, Doktor İlke ‘ye sağlıklı, Salim İlke’ nin ölüme olan tutkusuna saygılı gibi görünüyordu. İlke, ölüme karşı saplantısından dolayı Salim’i alkışlıyor, Doktor devrime olan inançsızlığıyla Salim’e düşmandı. Denklem uzayıp gidiyordu. Ortaya karışık bir oyun çıksa da aslında basit bir gerçeği gözler önüne seriyordu: İnsan deliydi ve karmaşık olmayan oyunlara muhtaçtı.

Salim sinirlendi. Kapıyı vurduğu gibi soluğu Dönmezler Uçurumunda aldı. Burası sert rüzgârların estiği, karasal iklimin hüküm sürdüğü bir yerdi. Kışlar sert, yazlar yağışsız oluyordu. Bu yer hakkında bilinenler bunlarla sınırlı. Salim burada doğmuştu. O bir uçurum çocuğuydu.

“Hayatı farklı yollardan tecrübe ederiz” dedi Salim, İlke ‘ye inat. Bazen acıya, bazense sevince çıkar yollarımız. Senin karamsarlığının kökenine indiğimizde yine bu yollardan birine rastlarız eminim. Bundan eminim. Doktor ”öksür” dedi birden. İlke anlayamadı. Salim duymadı. Hasta ise çoktan ölmüştü. “İşte” dedi Doktor “işte benim mucizem”; hayatı istediğin gibi yaşamalısın, vurdumduymazlıktan kim ölmüş? Alkış koptu… Seyircilerden bir ses: Hasta öldü. Yani ölürmüş. Yani ölü… Hayat herkese farklı yollarla saldırır dedi Doktor, görünüşü git gide Freud’a benziyordu. Salim’in ruhu arşa kadar yükselirken, diğer hastalar hiçbir şey yokmuş gibi sıranın bir an önce kendilerine gelmesini bekliyorlardı. “Hayat sıra beklemeye beklemez beyler bayanlar!” Doktor bir psikolog edasıyla beton kesilmişti. Durmuyordu. Cümleleri zehir gibiydi. Hiç bu kadar öfkelenmemişti. Hastasının söyledikleri kulaklarında çınlıyordu: İnsanlara öfkem yüzünden hastayım Doktor, sen ise kalkmış bana: “bronşitsin” diyorsun. Ayıptır. Günahtır! Bana hayatı öğretmeye kalkma! Ben 32 yaşındayım ama ruhum… Sakın! Sakın! Sakın bunu bir daha deneme!

 

Can Murat Demir

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR