Ana SayfaÇ(alıntı)Hiç Karşılaşmadan Yaşıyoruz

Hiç Karşılaşmadan Yaşıyoruz

Borçlu olmaktır yaşamak, anlamı
üstüne düşünmek, bu borcu ödemenin
yollarından biridir…

Nice insanla sözde birliktelikler yaşıyoruz, hiç karşılaşmadan.
Yıllarca birlikte olduğumuz can dostumuza soruyoruz: “Hiç karşılaştık mı seninle? Gözlerimiz birbirini gördü mü? Gözlerimiz: Ruhumuzun pencereleri. Ruhlarımız değdi mi birbirine? Karşı karşıya geldik belki ama karşılaşabildik mi?”

Yalnız bireyler mi? Toplumlar, kültürler de asırlarca bir arada oluyorlar da hiç karşılaşmıyorlar. Belki şöyle yorumlanıyor, bu durum: Bıraksalar karşılacaktık. “Dış güçlerin” oyununa geldik!

Bireyler arası ilişki için de söylenebilir: “Tam karşılacaktık ki babası içeri girdi! Seninle karşılaşmayı çok istiyorum ama hayat izin vermiyor!”

Türkçe’mizde karşılaşmanın “müsabaka” anlamı da var: “Yaptıkları karşılaşmada A takımı B takımını yendi.”

Ne garip ölümdür o, hiç kimselerle karşılaşmadan ölüp gitmek; belki mezar taşında şöyle bir sözle: “Karşılaşmayı umuyordu!” ya da “Az kalsın karşılaşacaktı!”

Bak gözlerimin içine de söyle: “Seninle hiç karşılaştık mı sevgilim?”

Nasıl anlaşılır karşılaşmak? Kim, kimle nasıl karşılaşır? Önce: karşılaşma bir müsabaka, bir yarışma, bir rekabet değildir! Fiziksel ya da duygusal olarak aynı mekânda olma, bu mekânda birbirlerinin yüzüne bakma, yaşamı paylaşıvermek de değildir!

Karşılaşmak kardeş kardeş bir arada yaşayıp gitmek ya da sürekli olarak çatışma içinde olmak da değildir!

Karşılaşabilenlerin karşıları vardır! Yüzlerinin, önlerinin yöneldiği bir sonsuz alan! Sıkıştırılmış alanlarda, sıkıştırılmış zamanlarda (“Dar zamanlar” diyordu, Behçet Hoca’m, Behçet Necatigil!) Zorla, sıkıştırarak, “cebir ve hile” ile karşılaşamazsınız kimseyle! Karşınızda olamazsınız çünkü. Hesap kitap, art niyet, zor kullanımların karşıları; yoktur. Kapıları, pencereleri, balkonu olmayan ruhlarını ağır bir yük gibi taşırlar.”Başına vura vura” karşılaşılmaz! Karşılaşma tuzak değildir! Eşek şakasıyla da karşılaşılamaz.

Önce ruhumuzun seccadelerini, halılarını döşemeliyiz, döşemeliyiz ki karşımız olsun. Karşılayacağımız insana yol verecek, onun bizi bulabileceği yolları döşemek gerek. Ruhumuzun kapılarını, pencerelerini, ağır perdelerini açmak, balkonunuza çıkmak gerek.

Konuğunuz gelecek: Hazır olmalısınız! Konuğa hazır değilseniz, karşılaşamazsınız! Elbette hazır olmayı bilmek gerek! Misafir odasına mı alacaksınız onu, salt onun için hazırladığınız yiyecekleri, dostluk şarabını sunarak mı”ağırlamak” istiyorsunuz onu? Nasıl hazırlanılır karşılaşmaya? Yapmacık tavırlarla, maskelerle, dayanılmaz bir kibirle mi?

Nasıl açılır kapıları bir başkasına ruhumuzun? Nasıl ağırlanır?

Kullanmadan. Karşımızda duranı. Kullanılmadan. Sonsuz bir saygıyla. Siz onu karşılamak için çırpındınız, nice tedirginlikler, mahcubiyetler yaşadınız, peki o hazır mı sizi karşılamaya? Tek yönlü olabilir mi, karşılaşma? Olamaz! Karşılama bile tek yönlü değildir. Karşıladığım insandan, karşısı olduğuna dair işâret almalıyım! Bu bir karşılamadır. Bir bebeği karşılayabilirim örneğin; ruhunun berraklığını tadabilirim. Karşılaşamam ama onunla. Bana sevgisini sunabilir, sıcaklığını. Beni karşılar elbette. Benden etkilenebilir. Ruhumun ısısını duyabilir. Yine de burada karşılaşma yoktur. İki ayrı karşılama vardır! (Hayvanlarla ilişkimizde de! Giderek bilgiyle, düşünceyle de karşılama ilişkisi içinde olduğumuz söyleyebilirim. 2001 yılında bu konuda yazdığım yazıda bilgiyle karşılaşabileceğimizi söylemiştim. Düzeltiyorum: Bilgiyi, düşünceyi karşılayabiliriz, onlarla karşılaşamayız. Ancak insanla karşılaşılabilir! Elbette bu görüşüm insanmerkezci bir görüş sayılmamalı! Bilgiyi taşıyan insanla karşılaşılabilir, şiirle karşılaşılamaz, şiir taşıyan, şiirdeki insanla karşılaşılabilir. Güldeki insanla. Yıldızlardaki. Kainattaki insanla! Tanrıyla karşılaşılamaz, nefesinden üflediği insanlarla karşılaşılabilir!)

Öteki insanla, ötedeki insanla karşılaşmayı bilmiyor, berideki insan! Özne olan, “ben” olan insan!

Karşıma döşediğim yollar dikenli olabilir. Gizli olabilir. (“Gönülden gönüle gizli yol vardır” denilmiştir!) Karşımı oluşturmam, karşılaşmaya hazır olmam çok zor. Karşımda olanı bir emanet olarak görüp, sorumluluğunu taşımak. Olanca farklılığının altında ezilip, yok olmamak! Kendi farklılığımızla karşımızda duranı ezmek. İki ayrı varlık olarak, iki ayrı can olarak derinliklerimizi, anlam dünyamızı açmak. Özgürlüğümüzü yitirmeden, iç gücümüzü, özerkliğimizi yok etmeden birbirimizin karşılarında yürümek. Birbirimize doğru. Yolun hiç bitmediği bu yürüyüşte, diğer karşıların farkına varmak. Karşımdaki insanda, insanları, evreni, sonsuzu yaşayabilmek; ona bu yaşadıklarımı sunarak onun yaşayışlarını kabule, anlamaya, dinlemeye, sindirmeye hazır olmak.

Bir “buyur” dur, karşılamaya çabaladığım insan. Görüyorum. Duyarlıyım ona. ona. “Buyur”unu uzatıyorum ruhumun. “Buyur” diyorum. En azından üç anlamıyla: Önce, seni dinlemeye hazırım. Benim için değerlisin. Sonra, bana doğru yürümene izin var, destur var. Üçüncü olarak: Bir çağrıdır buyur. Buyur ettiğimiz yer, çırılçıplak soymaya çabaladığımız ruhumuzdur, cenâze namazı değil! Buyur, bir buyruk değildir! Bir anlamıyla karşılamanın, karşılaşmanın buyrudur: Buyur et insanı! Buyur et kainatı! Buyur et ummanları, âsumanı!

Edemiyor insan. Edemiyorum. Edemiyoruz. Buyurlar, hayın buyurlar olmuş. İnsanlar sürekli olarak birbirini kolluyor. Kimseyi karşılayamıyor. Belki kendini karşılayamadığı için. Kendine yetemediği, kendi değerine uygun bir olamadığı için.

Karşılaşamadığımız ama kalıplar içine yerleştirdiğimiz, denetlediğimiz, ürktüğümüz, tiksindiğimiz insanlarla yaşadığımız cehennemin adına dünya diyoruz.

Karşılama aynaları var mı? Kendi yüzümüzü görüp, kendi ruhumuzu karşılayabilir miyiz! Yüzümüz öteki insandan, ötedeki insandan, karşılayamadığımız, karşılaşamadığımız insandan ödünç alındığı için kendi yüzümüzü göremeyiz. Borcumuzu karşılamalıyız. Neden karşılayamadığımızın anlamını karşılamalıyız.

Nerede ruhumuzun pencerelerinden, kapılarından ötedeki insana döşediğimiz yollar? Orada yalnızca kendimiz mi var? Ötedeki insanı, öteki insanı yitirdik mi yoksa? Ötemiz çekip gitti de, bu zulüm dünyasında öte yoksulları olarak berimizin mahzeninde inlemekte miyiz?

Aralık 2005 Karaköy

A. İnam

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR