Ah Bir Bilseniz

Ah bir bilseniz, ah bir bilseniz insanın içinde kaç siyah gökyüzü var? Kaç yaralı kuş? Kaç umutsuzluk biriktirmiş insan ve kaç intihar? Kaç ölüm?

Ah bir bilseniz yaşamın aslında durup acı çekmek olduğunu, deliliğin sınırlarında hayatla aklını kaçırdığını insanın. Her sabah bir umuda uyanmak için kaç düş biriktirmeye çalıştığını.

Ah bir bilseniz bu geçmeyecek olan acıyı. Uzaklıkla yakınlık arasında bir duvara sırtını yaslayıp hüznün ne anlama geldiğini düşündüğünü. Düşünürken nasıl hayata karşı dolup taştığını bu öfkenin. Her çerçevenin yitik, sarımtırak bir geçmiş olduğunu, her fotoğrafın yırtılan kenarlarından insanın masumiyetin de döküldüğünü.

Ah bir bilseniz çocukken oynanan saklambaç oyununun içinde insan büyüyünce bir gün gerçekten kaybolacağını. Ah bir bilseniz her söz biraz yitik, her ülke biraz uzak, her düş biraz yalandır.

Ah bir bilseniz küçükken bizi tanrıya emanet edenler nasıl hata yaptılar. Tanrı bizi nasıl unuttu ah bir bilseniz. Ah bir bilseniz insan kal demek değilmiş, git demek değilmiş, insan kendi kabuğuna konuşmakmış sadece, kendi boşluğuna taş atmakmış. İnsan kendi kuyusunda kendi sesinin yankısına dönmekmiş. Dönmek dedim de dönemiyor aslında insan. İnsan başladığı noktayı bulamıyor oysa. Dilim sürçünce elimi kalbime koyar bir daha konuşma derdim ona. Oysa sürçen dilimin ucunda hep anlatacağım bir şey vardı. O ses, o kelimeler kalbime aitti. Dilim sürçünce kalbim ağrırdı anlatamamaktan kendini. İşte bu yüzden en çok sessizliği yakıştırırdım yüreğime. İnsanlar gülerler diye aynı kelimeyi tekrar etmekten çekinirdim. İnsanlar niye güler ki kelimelere, insanlar niye tuhaf karşılarlar ki böyle. Dilimin ucunda hayat vardı yanlışlıkla ölüme dönüştü sanmıştım. Sonra anladım ki yanlış değilmiş, dilim yanlışlıkla sürçmemiş. Ölüm demişim, ölüm. Beni buraya getiren her şeyin anlamına ölüm.

Ah bir bilseniz insan küçükken denizleri merak edermiş. İşte hep bu yüzden balıkları düşünürmüş. Düşünürdüm, düşünürdüm balıklar neden boğulmaz diye, deniz mi balıkları yutar, balıklar mı denizi. Büyüyünce anladım ki sadece insanın bedeni deniz çekermiş, sadece insanın bedeni su çekermiş. İnsanın saçlarına bulaşınca deniz, toprağın kokusunu unuturmuş insan.

Ah bir bilseniz insanın en çok kalbine zalim olduğunu. İnsan en çok kendine düşman, kendine ahkâm kesermiş durmadan. Ah bir bilseniz insan geçmişten biriktirdiği çocukluğunu nasıl ararmış kenarda köşede. Ah bir bilseniz odaların sessizliğini, pencerelerin yalnızlığını ve gözlerin uzaklığını. Ah bir bilseniz insanın elleri çamura bulaştıktan sonra ellerinin bir daha asla toprağa dönüşemeyeceğini. Ah bir bilseniz gün ağarınca kuşların göç edeceğini ve bir daha asla dönmeyeceğini bu gökyüzüne. Ah bir bilseniz evlerin boşluğunu, duvarların soğukluğunu.

Ah bir bilseniz, bir bilseniz insanın yüreğinde kendisine bir “AH” demekten başka hiçbir şey kalmadığını. İşte o zaman işte o zaman kocaman bir Ah çekerdiniz hayata. Benim gibi kocaman bir ah çekerdiniz. Kocaman bir ah çekerdiniz kederli dalgınlığınıza, yitip giden çocukluğunuza ve boşluğunuza…

Sonya Bayık

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR