Boş surat, yalnızca bir ifade yoksunluğu değil; varlığın sınırlarında, kimliğin ve suretin yokluğunda süzülen bir varlıktır. İnsan, yüzle kurduğu ilişki sayesinde kendini tanır ve dünyayla bağ kurar. Yüz, hem kendine-aitliği teyit eden eşik hem de dünyanın insana açıldığı bir temas alanıdır. Ne var ki kimi varlıklar, bu eşiğe hiçbir zaman ulaşamaz. Onlar, suretin güveninden, kimliğin ağırlığından ve dünyanın tanıdık yüzünden mahrum olarak dolaşır. Bu dolaşma bir eksiklik değil; varlıkla temasın sürekli ertelenmesi sonucu ortaya çıkan karanlık bir beklemedir. İşte boş surat, bu eşiğin dışında, yüzün vaadinden mahrum, silik bir varlıktır.
Ontolojik Yalnızlık ve Ara-Hâl
Boş surat, ne bir fenomen olarak belirir ne de dünyada somut bir nesneye dönüşür. O, varlığın kıyısında asılı kalır, kimsenin tanımlayamadığı, adlandırılamayan bir ara-hâlde hareket eder. Elinde avucunda ne varsa, yalnızca kendisini bulmak ve bir surete kavuşmak için harcar. Her deneme onu biraz daha eksiltir. Zaman akar, varlık genişler, dünya kendi devinimini sürdürür. Hiçbir şey ona ait değildir. Hiçbir şey ona istikamet göstermez.
Kurtuluş ve Arayış
Kurtuluş ne zamanda ne de mekânda bulunur; varlığın hazır imkânları boş surat için yeterli değildir. Boş surat, kendi suretini nihayet eline alıp bakabilmekte, kendi yüzünün ağırlığını hissedebilmekte kurtuluşu yakalar. O, hayalet olmanın sınırında süzülür; kendi suretsizliğinin sessizliğinde kaybolur. Kaybolur ve yeniden arar. Arar ve yine kaybolur.
Can Murat Demir

