Her insan bünyesinde iyi ve kötü içgüdüler bulunmakta ve bu içgüdüler, insan davranışlarını derinden etkilemektedir. Önemli olan, hangi içgüdünün rehber olarak benimsendiğidir. Seçimler ve davranışlar, insan doğasının en temel belirleyicisidir. Peki, kötücül bir içgüdüden iyilik doğabilir mi? Neden olmasın? İnsan, yasalara ve ahlaka göre hareket etmeye programlansa da, içgüdülerin gücü ve belirsizliği her zaman mevcut kalmaktadır. Bu bağlamda kötü görünen bir insan belki de iyilik taşır; iyi görünen bir insan ise kendi içinde çöküntüler barındırmaktadır. İçgüdü ve davranışların felsefi analizi, insan doğasının karmaşıklığını anlamak için kritik bir öneme sahiptir.
İçselleşmiş Değerler ve İnsan Doğasının Sarsılması
İçselleştirilen ve ezberlenen davranışlar, hem hayatı hem de içgüdüleri örselemektedir. Bu durum, tanınmaz ve pısırık bir değerler düzlemi yaratmış; buna ahlak, gelenek veya günah denmiştir. Arada kaynayan insan, zavallı ve kötümser bir biçimde varlığını sürdürmektedir.
Karar alma ve hayatı elinde tutma yetisini kaybeden bir insan, kendi dünyasını yoz ve aşağılık bir düzlemde inşa etmektedir. Bu dünyayı hak edip etmediği sorusu ise felsefi açıdan kaçınılmazdır: İnsan, kendi elleriyle yarattığı bu dünyada hem suçlu hem de mağdur konumundadır.
İçgüdülerin Terki ve İnsan Korkusu
Peki, içgüdülerimize ne olmuştur? Neden onları terk ettik? Bunun cevabı basittir: İnsan, her zaman kendisinden korkacak şekilde yetiştirilmiş, bastırılmış ve kamçılanmıştır. Kamçı ahlak, kamçı tanrı, kamçı kendisi olmuştur. İnsan, bu hayatta kendisini kamçılamayı ve acı çekmeyi tercih etmiştir. Bu çileci yaklaşım, bireyin kendi mezarını kazması gibi bir sonuç doğurmaktadır.
Saflığın ve İçgüdülerin Ölümü
Sonuç olarak, insan tarih boyunca kendi doğasına tam olarak sahip olamamış, kendi varlığına ön şart olarak başkaca bir varlık dayatılmıştır. Bu durum, insanın özgürlüğünü kısıtlamış ve bir tür içsel işkence yaratmıştır. Bu bağlamda ben bu durumu “Saflığın ve içgüdülerin ölümü” olarak adlandırmaktayım.
Can Murat Demir