Ana SayfaKitap"Ölüm Terbiyesi" Ontolojik Derinlik ve Tutarsızlıklar Arasında

“Ölüm Terbiyesi” Ontolojik Derinlik ve Tutarsızlıklar Arasında

Ölüm Terbiyesi, Zeynep Sayın’ın kaleme aldığı bir ölüm kitabı olarak, ölümün hakkaniyetle özgürlüğe kavuşturulmasını ve bu sayede insanın kendisini gerçekleştirebileceğini öngörmektedir. Bu öngörüler rastlantısal değildir; Sayın, ölümün metafiziğini dile getirirken kapitalist dünyanın, egemen inanç sistemlerinin ve her türlü ortodoksluğun eleştirisini yapmaktan geri durmamakta, 19. ve 20. yüzyılın varoluşçu ve fenomenolojik ekollerinden beslenmekte, tasavvufun özellikle Kalenderî geleneğinden örneklerle ve Uzak Doğu inanışlarına açılan incelikli göndermelerle okurun düşünme alanını genişletmektedir. Ölümün, yani boşluğun ve yokluğun imgesel ve simgesel boyutlarını hem sosyolojik hem de bireysel düzlemde sorgulayan Sayın, insan varoluşunun en mahrem katmanlarına kadar ölümün izleklerini takip etmektedir.

İnsan, formülize edilebilen ya da birtakım hesaplamalarla kolayca ortadan kaldırılabilen basit ve yüzeysel bir varlık türü değildir/olmamalıdır. Birtakım tuhaf kimlik arayışlarına kapılmamalı, kendi otantik varoluşunu olabildiğince korumalıdır. Kapitalist dünyanın pratik gibi görünen zorlayıcı ve sınıflandırıcı görüş menzilinden, egemen kurumlardan, ideolojilerden ve inanç sistemlerinden sıyrılmalı, kısaca insan ölümüne özgürce hazırlanmalı, yaşarken ölüme doğru süzüldüğünü (Bkz. Heidegger, ölüme doğru varlık anlayışı) unutmamalıdır. Ancak bu sayede özgürleşip, varoluş amacını yani kendisini gerçekleştirebilmektedir.

“Yarığın içinden doğuma fırlatılan canlıdır insan” (s. 119)

Ölüm Terbiyesi, bir ahlak kitabı olarak belirmekte ve ölümü merkezine alarak etik bir hassasiyeti tesis etmeye yönelmekte, bu yolla insan varoluşunun mümkün yollarını okuyucuya açmayı denemektedir. İnsanın “dünyaya fırlatılmış olduğu” gerçeğini esas alan metin, egemen-başın etkisi altında şekillenen insan modelini eleştirel bir gözle irdelemektedir. Kitap, okuru “boşluk” ve “delik” gibi kavramlar etrafında düşünmeye davet etmekte; Heidegger ile düşünmeyi tercih eden Sayın, “boşluk” teorisini insan ve ölüm ikilisi üzerinden idealize ederek yeni düşünme yolları önermektedir.

Bununla birlikte, düşünmenin önündeki engeller de görünür kılınmakta; özellikle doğa karşıtı teknolojik dayatmalar, yani Heidegger’in Gestell kavramı çerçevesinde ele aldığı teknoloji (egemen-baş) eleştirisi, metinde belirgin bir şekilde öne çıkmaktadır. Sayın’a göre çukur ve boşluk gibi sınır durumlar, söz konusu egemen doktrinin kapalı ve tek yönlü düzenekleri içinde gedikler açabilmekte ve bu gedikler aracılığıyla insana özgürleşme imkânları sunabilmektedir. Bu bağlamda boşluk, sadece yokluk ya da hiçlik değil, aynı zamanda yeni bir düşünme ve varoluş imkânının doğduğu verimli bir alan olarak konumlanmaktadır. İnsana ait otantik varoluş ancak bu alanlarda kendini üretebilmektedir.

Ölüm de insan varoluşunun temel olgularından biridir. Ölme hakkı, insana ait bir muhtariyet alanıdır; bu hak ne devlete ne de herhangi bir sisteme devredilebilmektedir. Ölümün karanlık ve epistemolojik belirsizliği, onu herhangi bir çerçeveye sıkıştırma ya da dayatmaya dönüştürme yetkisi vermemektedir. Ancak kurumsallaşan ölüm algısı herkes için aynı hale geldiğinde, o artık metafizik bir yazgının nesnesine dönüşmektedir. Böyle bir durumda belirlenmiş bir dilin içinde nefes almak zorunda kalınmakta, egemen-baş ise ölüme de musallat olarak onu iğdiş ve hadım etmektedir.

Ölümün hergünkülüğü

İnsanın ölümü gündelik yaşantıda sıradanlaştırarak sürekli ötekilere havale etmesi, kendi varoluşuna içkin bir gerçeklik olmaktan çıkarıp başkasına ait bir olay gibi düşünmesi anlamına gelmektedir. Yani ölüm, “herkesin başına gelen ama benim başıma gelmeyecekmiş” gibi yaşanan, sıradan bir deneyim olarak kavranmaktadır. Bu kavrayış, Heidegger’e göre insanın “otantik olmayan” varoluşuna tekabül etmektedir.

Sayın’ın tartışmalarında da ölümün bu hergünkülüğü, kapitalist yaşam pratiklerinin, teknolojik Gestell’in ve tüketim toplumunun yönlendirmeleriyle daha da derinleşmektedir. Ölüm, medya imgeleriyle estetize edilmekte, tüketim nesnesine dönüştürülmekte ya da gündelik meşguliyetler arasında görünmez kılınmaktadır. Oysa Sayın, boşluk, çukur ve gedik gibi kavramlarla bu sıradanlaştırmayı kırmaya, ölümün ontolojik ağırlığını yeniden düşünceye çağırmaya yönelmektedir.

Dolayısıyla, ölümün hergünkülüğü Sayın’da hem eleştirilen bir durum hem de aşılması gereken bir varoluşsal engel olarak belirginleşmektedir. Ölümün gündelikleşmiş, sıradanlaştırılmış yüzünü parçalamak, insanı kendi varoluşunun özgün sınırına —ölüme— yeniden yöneltmekte ve bu yönelim özgürleşmenin koşulunu oluşturmaktadır.

“Ahlakın tadı vardır, ismi yoktur” (s.148)

Sayın’ın “ahlakın tadı vardır, ismi yoktur” ifadesi, ahlakı sabit, tanımlanabilir bir kurallar bütününden ziyade deneyimlenen, hissedilen ve yaşanan bir boyut olarak düşünmeye davet etmektedir. Bu söylem, ahlakın indirgenemez bir özne–nesne ilişkisine ya da toplumsal normların katı belirlenimlerine sığdırılamayacağını vurgulamaktadır. Ahlak, tadı olan bir şeydir çünkü öznenin varoluşsal tecrübesinde, başkasına yönelişinde ve ölümle yüzleşmesinde duyumsanmakta; fakat ismi yoktur çünkü herhangi bir kavramsal sabite, kurumsal otoriteye ya da dogmatik tanıma indirgenmemektedir. Böylelikle Sayın, ahlakı hem kişisel hem de kolektif düzeyde özgürleşmenin imkânı olarak konumlandırmakta, etik deneyimi boşluk ve ölüm kavramları üzerinden yeniden düşünmeye açmaktadır.

Eleştirel Değerlendirme: Zayıf Yönler

Ölüm Terbiyesi, ölüm üzerinden etik bir sistem inşa etme çabasına girişirken güçlü kavramsal açılımlar sunmakla birlikte, eleştirmenlerin işaret ettiği bazı zayıf yönleri de barındırmaktadır. Öncelikle, kitapta kullanılan yoğun ve süslü dil zaman zaman düşünsel derinliği gölgelemekte, “vehim” ile “gerçek” arasındaki ince ayrımın retoriğe kurban edildiği hissini uyandırmaktadır. Lacan, Benjamin ya da Şeriati gibi düşünürlerden yapılan alıntılar metni zenginleştirse de, bu göndermelerin bazı bölümlerde yüzeysel bırakıldığı ve derinlikli bir tartışmaya dönüşmediği görülmektedir. İbn Arabî ile Kalenderî mirasa yapılan göndermeler ise, kaynak dillerin ve kültürel bağlamların özgünlükleri göz önünde bulundurulmadığında, yer yer eksik ya da indirgenmiş bir aktarım olarak değerlendirilebilmektedir.

Ayrıca metinde yer yer tekrarlara düşülmesi ve konudan konuya ani geçişlerin yapılması, okurun ölümün hergünkülüğü ile boşluk kavramı etrafında kurulan düşünce hattını takip etmesini güçleştirmektedir. Bu nedenle, Sayın’ın derinlikli bir ontolojik sorgulama yönelimine rağmen eser, bazı bölümlerde dağınık bir yapı ve tematik tutarsızlık izlenimi vermektedir.

Can Murat Demir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları