Ana SayfaSpiritizmAlın Yazısı ve Hürriyet

Alın Yazısı ve Hürriyet

Alın yazısı, alınlarımıza zorla yazılmış şeyler değildir. Biz, her birimiz, kendi isteklerimizle geliyoruz dünyaya. Alın yazısı denilen şeyler, bizlerin dünyaya gelmeden önce, Ruhsal Dünya’da seçtiklerimiz ve isteyerek talep ettiklerimizdir.

Eksikliklerimizi telafi edici olaylardır. Alın yazısı (kader) dediğimiz mesele budur. Kahrolmaya, üzülmeye gerek yoktur. Ne yaparsanız yapınız, alın yazısı bozulmaz. Sakın, “benim hürriyetim, serbest iradem nerede?” gibi duygulara kapılmayın, kapılmayalım! O sadece sizin ve benim aldanmalarımızdan başka bir şey değildir.

Hürriyet Nedir?

Kim demiş, hürüz diye? Neyin hürriyeti içerisindeyiz? Neyi yapabiliyoruz hür bir şekilde? Gerçek hürriyete, serbestiyete çeşitli yönlerden baktığımız zaman, ona sahip olmadığımızı ve birçok şeye bağımlı olduğumuzu görürüz. Önce bedenlerimizin olanaklarına bağımlıyız. Böyle derken bir öz varlığımı, bir de bedenimi kastediyorum. Bakıyorum ki, sürekli değişiklikler içerisinde olan ve dış tesirlerin altında bir varlık var ortada. Sıcaktan, soğuktan etkilenir. Yağmurdan yediği yemeklerden, olaylardan etkilenir. Hatta kendi bünyesinde öz varlığının geçirmiş olduğu birtakım manevi değişikliklerden süratle etkilenir. Kendi içerisinde dengesi bozulur. Kalbi hızlı atmaya başlar, sinirleri gerilir vs. Doğmadan önce, bedeninizin bütün hallerini dışarıdan seyrediyorsunuz. “Yani, ben şimdi (Ruh olarak) bunun içinde mi hareket edeceğim?” diyorsunuz. “Evet.” diyorlar. “Sen bunun ile fiziki yaşamını sürdüreceksin.”

Bedenleniyorsunuz, kader planı yanında olarak, hem de sorumlu!…

Atına tam anlamıyla hakim olan bir süvari haline gelmeliyiz. Oysa, şimdi bize hakim olan attır ve biz de atın istediği yere giden zavallı süvari durumundayız. At bize hükmediyor biz ata değil. Neresi hürriyettir bunun? Bedenin tutsağı hür insan çelişkisine tahammül etmek için şuurun uykuda olması gerekiyor, sanırım…

Olaylara tamamen ilgisiz kalmak olanaksızdır. Bu, öz varlığınızın ihtiyacı mı, yoksa bedeninizin ihtiyacı mı? Herhalde bedeninizin ihtiyacı. Peki, bedeninizin ihtiyacı ne? Birtakım vitaminler ve besin enerjileri mi? Bunun miktarı nedir? O belli değil.

Görülüyor ki “hürriyet” kavramı tanıtımı itibarıyla, yanlış bir kavramdır. İnsan hür olamaz. Yani tabiat itibarıyla, doğa olarak olamaz. Bebeklik halimizi tasavvur edelim. Ne hürriyeti? Sonra belli bir yaşa gelince, “Ben hür insanım.” diye kasılırız. Sen annenin kucağında minicik bir şeydin. Ne hürriyeti? Sen başkalarının hürriyetlerini alarak bu hale geldin. İşte, gerçek ana-baba hakkı burada başlar. Hürriyetin değeri buradadır. Yaşlılık halinin hürriyeti nerede kalmıştır!…

Beden işte böyledir! Dünya, fizik şartları böyledir! Siz kuşlar gibi uçmak istersiniz ama uçamazsınız. Her gün koşu yapmak istersiniz ama buna ne ciğerleriniz ne de bacak kaslarınız müsaade edebilir. Dağlara tırmanmak istersiniz; kayalar, sarp geçitler size yol vermezler. Sel basar gidemezsiniz. Ne yaparsanız, doğanın kendi icapları, bedenin kendi icapları, bizleri birtakım sebeplere bağlamıştır. Ondan sonra, “İnsan hürdür, iradesi vardır.” diyoruz. İstediğiniz kadar deyin, bu kadar engel arasında hiçbir şey yapamazsınız.

İçsel Hürriyet

Önünüze çıkan her türlü olayın gözlemini yapabilmek ve olaydan gerekli olan bilgiyi çıkartmakta bir “seçme hakkımızın” olduğu şeklinde anlamanın çok pratik yararı vardır. Şimdi buradasınız, sokaktasınız, işyerinizdesiniz, evdesiniz. O anda siz ve sizle beraber mevcut olan şeyler var. Siz görüp, bakıyorsunuz. Oradan gelen intibaları seçip, çözmek ve kendinize göre değerlendirmek hürriyetine sahipsiniz. Yoksa oradaki olayları değiştirmek değil. Vücudu değiştirmek değil. Eşyanın yerini değiştirmek değil. O kadar geniş ve ince bir bilgi ile meydana getirilmiştir ki, onları değiştirmek ne haddimize? Mevcut olan ile ne yapabileceğimizi düşünmek gerek. İşte burada insanın bir serbest alanı vardır.

Bu bile bazen tehlikelidir, çünki biz içimizde olan duygularımızı tam olarak anlayamamış, onlara hakim değilsek, onlar bizim düşünce akışımızı da değiştirirler. Doğru düşünmemize engel olur, duyusal hayatımız. Doğru olan birçok şeyi, egoizmamız ile bozarız. Dikkat ederseniz, hürriyet kavramı dış ortamdan çıkıp, giderek iç ortama kayıyor. İnsanın, gerçek hürriyeti içinde bulması gerekir, dışında değil. Dışarıda hürriyet yoktur. Ama siz içinizde hürseniz; hislerinizden bağımsız bir vicdan muhakemesi yürütebiliyorsanız, işte o zaman hürsünüz. Hakkı teslim etmek budur.

Kuşkusuz, dış hürriyet de tamamen gereksiz değildir. Dış hürriyete de ihtiyacımız vardır, başkalarının bizi rahatsız etmemeleri için. Bunların hepsi, insanın içindeki hürriyete kavuşması için birer olanaktan başka bir şey değildir. Yani, nefis ile vicdanın mücadelesinde dengeye gelmektir. Çaba sarf etmektir. Yani, asıl olan para kazanmak, iş yapmak değildir. Gerçek çaba, sizin yaptığınız iç mücadelenizdir. Sürekli arayacaksınız. Hem iyiyi, hem kötüyü. Olumsuzu bulup, içinizdeki o düşünceyi yenmeye çalışmalısınız.

Talih, şans, miras yemektir. Bu miras geçmiş yaşantılarda kazanılan kıymetlerdir. O kıymetlerin sonuçları bazen aynı hayat içerisinde değil de daha sonraki hayat(lar) içerisinde de yaşanabilir. Bu, poker masasındaki şans değildir. O ayrıdır. Kısmet dediğimiz olay, yani talih, tamamen insanın geçmiş hayatlarda elde etmiş olduğu bir mirastır. Talihin iyisi de, kötüsü de vardır. Fakat tüm bu ikilemeler yanlıştır. İnsanın duygusal zayıflığından kaynaklanmaktadır. Tüm bu olaylar bizzat insanın kendi çabasının sonucudur. Hiç kimsenin suçu yoktur.

“Toplumun kabahati” diye bir şey yoktur. Toplum dediğimiz de sen, ben değil midir? Bizim dışımızda ayrı bir şey mi var? Toplum insanın aynasıdır. İnsan nasıl dengesiz ise, toplum da o derece dengesizdir. İnsan nasıl duygusal bir varlıksa, toplum da o derece duygusal bir gruptur. Topluluk da müşterek deneyim alanlarından bir tanesidir. Her birimiz dayanışma içerisinde birbirimizin bilgisine, tecrübe ve görgüsüne, hatasına, iyiliğine, hatta kötülüğüne muhtacız. Ben her tecrübeyi yapamam, ama gözleyebilirim. Demek ki birbirimize destek olmamız gerekli.

Kaderin esası tekamül etmektir. Bu işten kurtuluş yok. Olgunlaşmak, pişmek, hamlıktan kurtulmak kaderdir. Bunun dışında hiçbir kader bizi sarmamıştır. Hayatta insan, anasını, babasını kaybeder, iflas eder, iftiraya uğrar, içkiye düşer, hapis yatar, kazaya uğrar. Her şey gelir insanın başına. Harp çıkar, zelzele olur vs. Bunların hepsi, yaşamakta olan zeki varlığın (ona ait olmak üzere) olgunlaşmasına, onun hamlığının giderilmesine yani ruhsal evrimine hizmet eden olaylardır. Onun için, yakınmaya sızlanmaya, sövüp saymaya gerek yoktur. Her işin ilacı sabırlı çalışma ve sonuna kadar çaba harcamaktır.

Ergün Arıkdal

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR