I. Çığlık
Sen işitti. Usulca yorganın altına girdi. Gözleri her zamankinden daha yeşildi. Kirpikleri uzuncaydı. Yanakları al aldı. Burnu kemerli. Kaşları… Sesler çoğaldı. Alt alta, üst üste. Enlemesine, boylamasına odanın içine yayıldı. Sen sessizdi. Ağzını açsa… “Neden açacakmışım” dedi. Yutkundu. Midesi yeterince asitliydi. Sindiremedikleri kursağını yakıyordu. Yüzünü ekşitti, ağzına gelen acı suyu tekrardan yuttu. Sen çaresizdi. Elini tutacak başka bir el istiyordu. Başka bir el mi? Eller kırılmıştılar. Dünyadan göçüp gitmiştiler. Yoktular. Varmış gibi yapıyordular. Sen sustu. Alnından aşağıya dört damla yaş süzülüyordu. Olmuşlar, olanlar, olacak olanlar etrafındaydılar. Elleri kocamandılar. Kocaman elleri vardılar. İki kişiydiler, üç kişi olabilirdiler. Yakınındaydılar. Uzağındaydılar. İri memeli kadınlar, sokakta şarkı söylüyordular. “Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr…” Hepsi birden teker teker sustular.
II. Çığlık
Gecenin üçüydü. Üç gece üst üsteydi. Yan yanaydı. Yana yakıla uykuyu bekliyordu. Sabahın altısında işe gitmesi gerekiyordu. Kaytan bıyıklı adamlar, kendilerine yan bakacak adamlar arıyordular. Böğürüyordular. Kavga ediyordular. Küfürleşiyordular. “Vurma ulan orospu çocuğu!” Sen üşüdü. Ayak başparmağını, tabanına doğru kıvırdı. Tırnağı henüz uzamamıştı. Avuçları kaşındı. Yüzü kaşındı. Koltuk altları kaşındı. Sen korktu. Korku, topuklarına bir iğne gibi battı. Kaşındı. Dayanamadı, ayağa kalktı. Oturdu. Uzandı. Yorganı yere attı. Yerden aldı. Işığı yaktı. Işığı kapattı. Karanlık öfkelendi. Bununla baş etmesi gerekirdi. Sen tedirgindi. O zamanlar, ben ile konuşmuyordu. Kapılar kapandı. On dört adımda, otuz altı merdiven indi. Mezar taşını andıran dış kapılar, iç kapılar, kapılar… Kapılar kapalıydılar. İri memeli kadınlar ile kaytan bıyıklı adamlar sevişiyordular.
III. Çığlık
Sen izledi. Şehvet, Ben’i sardı. Başını iki yana salladı, gözlerini iki eliyle ovaladı. Gördükleri rüyaydı. Değildi. Arabasına bindi. El frenini çekmeden hareket etti. Arabadan koku geldi. Durdu. El frenini indirdi. Hızlandı. Gecenin dördüydü. Dört gecedir uyumuyordu. İbre yüz sekseni gördü. Sen bağırdı. Kimse aldırmadı. Ben, henüz kendini düşünüyordu. Gök griye bulanmıştı. Gök maviydi. Sen, ne olduğunu anlamadan, kendini yerde buldu. Ağacın altında buldu. Denizin kıyısında buldu. Araba yolun sağına park edilmişti. Sen, yan yatıyordu. Düz yatıyordu. Kafası ellerinin arasındaydı. Düşünüyordu. Yolun solundan arabalar geçiyordu. Meraklı bakışlara aldırmadı. Sen düşünceliydi. “Benim burada ne işim var” dedi. Ayağa kalktı. Yürüdü. Yoruldu. Tekrar oturdu. Bir ara koşmayı denedi. Beş yüz metre sonra durdu. Nefes nefeseydi. Kalbi ağzında gibiydi. Ağzı kurumuştu. Terledi. Teri soğudu. Sırtına havlu koyacak bir annesi yoktu. Vardı. Yalan söylüyordu. Annesi altı yaşındayken terk etmişti. Kadınlarla arası iyi değildi. Belki de bu yüzdendi. Güven problemi vardı. Problemliydi.
IV. Çığlık
Sen kızdı. Kaşları göz kapaklarına düştü. Dudakları titriyordu. Ne zaman sinirlense dişlerini sıkardı. Araba yolun sağındaydı. Farları açık unutmuştu. “Arabanın canı cehenneme” dedi. Sen kimsesizdi. Yalnızlık yakasına yapışmıştı. Yakasını ilikledi. Gün aydınlanmak üzereydi. Üzerine acı bulaşmıştı. İşe gitmeyecekti. Yarın da gitmeyecekti. Öbür günde. Bugün perşembeydi. Her perşembe ezogelin çorba içerdi. Cebinde sigara aradı. Filtresi bükük sigara buldu. Ağzına aldı. Çakmağı ateşledi. İçine çekti. Nikotin, damarlarına nüfuz ediyordu. Sen, tırnaklarını kemiriyordu. Tırnakları henüz uzamamıştı. Dünyanın dışındaydı. İçindeydi. İçinde olmayı reddediyordu. Suskundu. Kaç susku birikmişti anlağında, bilmiyordu.
V. Çığlık
Sen, her şeyden vazgeçtiği anda bir ses duydu. Ses, yakından geliyordu. Sağına bakındı. Soluna bakındı. Arkasına bakındı. Ben, dayanamamış konuşmaya başlamıştı. Ben konuşuyordu. “Beni mi “arıyorsun” dedi. Sen şaşırdı. “Sen de kimsin” dedi. Ben, cevap vermedi. Sen yineledi. “Sen de kimsin be!” dedi. Ben “vicdan” diye mırıldandı. Vicdan? Hım, demek vicdan… Adını bir yerlerden anımsıyor gibiydi. Daha önce hiç karşılaşmamıştı. Varlığından emin değildi. Ben, konuşmaya kararlıydı. “Senden çok eskiyim” dedi. Bugüne kadar hep sustuğundan bahsetti. Ancak artık yeterdi. Kendine çeki düzen vermesi gerekirdi. Gerekmezdi. Bunu söyleyecek son kişi, Ben olabilirdi. Neden susmuştu bugüne kadar. Sen, acı çekiyordu. Ağlıyordu. Nemli gözlerini silecek Ben’e ihtiyaç duyuyordu. Muhtaçtı. Her muhtaç insan gibi, yalvarıyordu. Tanrı, Sen’i terk edeli milyon yıl olmuştu. Ben, acı acı gülümsedi. “Artık buradayım” dedi. Buradayım da ne demekti. Sen, kulaklarını kapadı. “Sana ihtiyacım yok” dedi. Gidebilirdi. Gitmiyordu. Yanındaymış gibi yapıyordu.
Son Çığlık
Sen, ağır adımlarla uçuruma yanaştı. Aşağıya baktı. Yukarıya baktı. Gök beyazlamıştı. Ben korkuyordu. “Ne yapmak istiyorsun?” dedi. Sen öfkeliydi. “Geç geldin” dedi. “Ama geldim” dedi. Sen, başını iki yana salladı. Yanlış… Çığlık… Ezogelin çorba soğuk… Sen öfkeli… Gözlerini kapadı. Kendini bıraktı. Sen, uyanalı on iki saniye olmuştu. Kendini yatağının altında buldu. Saat altıya on vardı. Hızlıca hazırlanıp, dışarı çıktı. Ben, başının etini yiyordu. “Geç kaldın sersem” dedi. Sen, nefesini tuttu. “Geç geldin” dedi. Arabaya bindi. Ben sustu. Vicdan duraksadı. Çığlık bitti.
İsmail Topçu