Ana SayfaDENEMEDokunmadan Sev: Tanrının Tek İsteği Bu!

Dokunmadan Sev: Tanrının Tek İsteği Bu!

Pazar ayinlerinin birinde Başrahip: Dokunmak, ilahi düzeni alt üst eder, bu bir tanrı buyruğu, bu yüzden dokunmadan sevmeyi öğrenmeliyiz evlat! demişti. O da öyle yapıyordu. Kadınını uzaktan izlerken kendine dokunuyor, inceden inceye sertleşiyor, türlü hayaller kuruyordu. Çaresizlik veba gibi bedenini esir almıştı. Küçük, umursamaz hareketlerle yerinden doğruldu. Kahkaha atması gerekiyordu, ona göre tanrı ile başlayan her cümlenin sonunda uçsuz bucaksız (zevkten olsa gerek) kahkaha atmak lazım gelirdi. –Haha: İşte asıl ilahi düzen vuku buldu: Mastürbasyonun ardından gelen eksiksiz bir şamata… Tanrının da isteği buydu. Ne de olsa “O” hazzın tanrısıydı.

Göklerdeki Babamız,
Adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin.
Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun.
….Amen. (Bknz. Çocukluk korkuları üzerine bir ilahi)

Uzun zaman önce sevişmeyi bırakmışlardı. İlahi emirlere birebir uyuyorlardı. Tanıyan herkes, bu ilişkiyi, küçük bir çocuk ile tanrı arasındaki o saf ilişkiye benzetiyordu. Haksız da değillerdi. Bir dedikodunun (burada ilişki demekten çekiniyor) dilden dile dolaşarak bu hale gelebileceğini kestirememişti. Dedektifler henüz bu dedikoduyu çıkaran ve yayanları yani asıl failleri (burada katil demeye hacet yok) bulamamıştı. Oysa savcı raporuna düşülen küçük bir not her şeyi açıklıyordu: Sevişmeden âşık olanların cesetleri ortada kalmıştır, onlar sahipsizdir. (Tıpkı tanrıları gibi).

Aşkı geviş getirmekten bıkmıştı. Boşunalıktı bu. Eyleme geçmesi, en azından kadını için çaba göstermesi gerekliydi. Beyninde iki ölümcül soru patladı: 1-Aşk, içgüdülere teslim edilecek kadar vahşi (saf) bir duygu muydu? 2- O, eylemlerin en yücesi sayılabilir miydi? Düşündü: Hangisinin cevabı işime yarar? -Hiçbiri. Ben sadece aşkın kendisiyle ilgileniyorum, beni kabul etmesi için de elimden geleni yapmaya hazırım. Âşık olduğum kadın aşkın ilahlaşmış haliydi, bense ona tapan bir mürit gibiyim: İşte ben bunu seviyorum!

Gece kuruyordu. Her sigara dumanı, gecenin zayıf ışığına sataşan bir hayalet gibi süzülüyordu. Süzülüyordu, süzüyordu. Farkına varması zor olmadı: Gece bir şahitti. En iğrenç anıları bir bir not eden, insanın bilinçaltını zehirleyen bir müttefik. İrkildi. Yazmaktan incelmiş parmaklarını kaleminden ayırıp, sönmeye yüz tutmuş izmaritten bir sigara daha yaktı: Yazan eller günah işlemez değil mi peder? Başrahip gülümsedi: Bir erkeğin gizli kalmış sakıncalı düşleri günaha açılan bir kapı gibidir. Bu kapıyı kullanma, bırak içeride kalsın her şey. Kapıların ardında ne olduğunu asla bilemezsin. Ama şunu bil, senden vazgeçmiş değilim, hala burada seninleyim, tanrının seninle daha çok işi var evlat. Onu görmezden gelme!

Sigara dumanı bir kadın dokunuşu gibi korkak ve kaçak bir fiziğe büründü. Hemen yanı başında gramofonda bir ilahi çalıyordu, çocukluğundan bu yana ezbere bildiği bir ilahi… Ezgiler bir iç çekiş gibi karanlığın üstüne serpiliyordu. Doğa tepkisizleşiyor, ağaçlar birer heykel halini alıyorlardı. Bir duman daha çekti, bu kez farklıydı, bu kez sevdiği kadının silüetini gördü: Ahh. Ne güzeldir seninle ölmek, beni de al, dokunmadan sevdiğinle ölmek, sevişmekten daha yücedir. -Haha. Gereksiz bir huşu ile bekleyen (Başrahip) bu görüntüye hayran kalmıştı, bu, bir adamın tanrı katına yükselme azminin resmiydi, ıslak ıslak öptü gecenin suskun yaratıklarını. Her inleme bir dua gibi yükseldi sefil (inançsız) bedenlerde. Ölüm aşılmıştı. Ölüm illüzyondu. Üzerine çiğ yağan tarlalarda dolaştı bir süre. Gerçeği aramak kolay değildi, yurtsuzdu artık: bu adamın ulu mimara koşulsuz teslimiyetini izliyordu.

Nam-ı diğer Kadın: Yalnızlık

Epeydir penceresinden dışarıya seğirtmemişti. Sıkılgan bir ruhun huzur bulduğu tek yer bu pencere yanıydı yani Tanrının şefkatli kucağı. Hayatı boyunca sadece İncil okuyup, sevişmeyi unutmuş bir adamdan ne beklenir ki? Biraz ekmek, biraz su ve tuz ha bir de şarap. Her şeyi unuttuğu tek yer burasıydı, kırık dökük çatıdan akan yağmur damlaları adeta, (meydan okurcasına), kapanmaya meyilli göz kapaklarını aşındırmaya devam ediyordu. Uyumamalıydı. Uyku yarı ölümdü. Uyku cennetti. Unutmak demekti. Esmer dolgun kalçalı bir kadın gibi çalkalanıyordu gece. Orman hışırtısını azaltmış, kulakları, yarı sağır bir halde kadından gelecek çağrıya kesilmişti.

Ne zamandır traş olmamış, sakalları haddinden fazla uzamıştı. Dert değil: Her organını hayatı kolaylaştırması için ustaca kullanmayı öğrenmişti. Uzamış, kızıla çalan sakallarını bir filtre gibi kullanıyor, sigara dumanıyla şarap tadını fermente edip, midesini iştahla daha fazlası için genleştiriyordu. Midesi bir taş ocağı gibi çalışıyordu. Her taş, bir günahı ezer gibi yediklerini mahvediyordu.

Sessizlik bir patlamayla bozuldu. Şarap kendisine daha fazla yer açabilmek için ekmek ve tuz ile bir meydan muharebesine girişti: Gümmmmm. Gümmm. Pofffff! Savulun kafirler, tanrı sunaklarını İsa’nın kanıyla doldurmaya geldim. Dionysos ise bu savaşı uzaktan izliyor, içten içe kıkırdıyor, tüm organlara nüfuz etmeye çalışıyordu. Midenin efendisi İsa’nın müritlerini alaşağı etmeyi başarmıştı. İlahi düzen burada da vuku buldu. Şarap, damarları kendisine mesken tutmuştu. Muharebe böylece sürüp gitti.

Uyuklamak üzereydi. Dionysos çoktan bir köşede sızmış, sayıklıyor, ayak parmaklarıyla şömineyi karıştırıyor, bir yandan da tüttürüyordu. Ateş sönmek üzereydi. Oda karanlığa bürünürken eşya seçilemiyordu, görünen her şey bir el yordamına muhtaçtı, kadın uzaklaşmış, adam ve Tanrı sızmıştı. Büyük ve anlamlı sessizlik yeryüzüne indi. Kimsesiz bir bedduayla sevişen acı, doğurgan bir kadının bulutsu göğüslerinden fışkırırcasına tekrar yağmaya başladı. Adamın adı Meçhul, Başrahip ise ne zamandır kayıptı, tüm sıfatlarını yitirmiş olarak tekrardan doğmayı dileyen bu iki adamın son sözleri, insanların yüzünde ıslak bir tokat gibi patladı: Sizin (insanlardan bahsediyor) lisanınızda yalnızlık dedikleri şey buydu; uykusuz, renksiz, isteksiz, yavan, tuhaf bir adamın hastalıklı rüyasından ibaretti.

Kısaca, Nam-ı diğer Kadın’dı.

Can Murat Demir

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

1 Yorum

  1. Peki ya kadın geri dönmek suretiyle bir gün herkesi uyandırırsa bu yalnızlık uykusundan? Ya da hiç gitmemişse, yalnızca emre itaatten aşksızlığa mahkum edilmişse/etmişse? O vakit başrahip günahlarla kapatılmış derin bir mezarın en dibinde bulmaz mıydı kendini?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR