Ana SayfaYazarlarKonuk YazarWalter Benjamin’in Modernite Eleştirisi

Walter Benjamin’in Modernite Eleştirisi

Geçmişle yeni bir ilişki tarzı içine girerek Modern çağı inceleyen Walter Banjamin, aynı zamanda tarihi de yeni bir bakış açısıyla okumaya davet ediyor bizi. Hem gelenekçi hem de modern olarak adlandırabileceğimiz Benjamin, ilerlemeci ve teleolojik (amaçsal) tarih anlayışlarını reddediyor. Ona göre tarihin nihai bir amacı yok ve biz içinde bulunduğumuz şimdiyi kaçırmamalıyız. Öbür taraftan Benjamin, Kapitalizmin ve modernliğin getirdiği metalaşma sorununa da dikkat çekmeyi istiyor.

Modern çağda doktorlar, şairler, rahipler veya hukukçular, bunların hepsi şehirlerde bir araya gelmiş olan ücretli birer işçi olmuşlardır. Dahası, sanatın ve sanatçının da metalaşması onun özerklik sorununu meydana getirmiştir. Benjamin’e göre ister sanat nesnesi olsun ister herhangi bir nesne olsun, her nesnenin üzerinde birikmiş bir tarih vardır ve bu nesnelerin bize söylemek istediği şeyler vardır.

Nesneleri metalaştırmak

Benjamin, nesneleri metalaştırmaktan kurtaranlara bir örnek olarak koleksiyonculardan bahseder. Koleksiyoncunun nesne üzerindeki tavrı onu fayda ilkesinden azade görmesidir. Koleksiyoncu hem gelenekseldir hem de yeniyi toplar. İşte Benjamin de tam olarak böyledir ve o, nesnelerin içindeki saklı tarihi araştırır. Çünkü bunların birer dönüştürücü ve devrimci yanının olduğuna inanır. Benjamin felsefecileri ve onların “akrabaları” koleksiyoncuları ve tarihçileri ise bu sessiz nesneleri okumaya davet eder. Bildiğimiz gibi nesneler kapitalist sistemde işe yararlılık üzerinden değerlendirilir. Ancak bir koleksiyoncu o nesnenin büyülü yanını görmektedir. Koleksiyoncunun yanı sıra, Flanör tipi de nesnelerle ve yaşamla başkaldıran bir ilişki içine girer. Flanör, daima aylaklık eden şehirde gezen birisidir. Ancak bu gezintisinde Flanör etrafına bakmakla kalmaz, onları farkına varır ve görür de. Örneğin rasyonelleşen modern işçi sınıfına bir başkaldırısı vardır Flanörün. O, kapitalist çarkın dışındadır. Flanör, koleksiyoncu, sanatçı, bunların hepsi dünyayla farklı bir ilişki, estetik deneyim kurar.

Kendisi de bir flanör olan Benjamin, dünyadaki tüm nesnelerin konuştuğunu söyler. Konuşan nesneler bizim onları yorumlamamızı bekler. Bu yorumlamayı bir çeşit sondajlamaya benzetebiliriz. Sondajlama bir şeyin altını kazıp onun dökümünü ortaya koymak değildir. Tıpkı inci veya petrol sondajı gibi yalnızca değerli olanın ortaya çıkarılmasıdır. Bizler tarihte unutulmuş değerli olan şeyleri açığa çıkarmalıyızdır. Nesnelerde form ve içerik bir aradadır ancak bunlar çarpıtılmaya müsaittir. Bizler gerçek anlamı değerli olanı açığa çıkararak edinebiliriz. Bu açığa çıkarma bağlantıları görme ile mümkündür. Örneğin bir sokağın mimarisi ve o şehrin ideolojisi arasındaki fark görülmelidir. Sanatçı ve flanör de bu tarz ilişkileri görüp açığa çıkararak politik bir kişilik haline dönüşür. Gerçek anlam/hakikat küçük ayrıntılarda gizlidir.

Ancak tarih anlatımında bu ayrıntılar değersizleştirilir. İşte burada sanatçının/flanörün görevi bu değeri açığa çıkarmaktır. Onlar ayrıntılarla kurdukları deneyimlerle büyük anlatıya başkaldırmalıdır. Örneğin o dönemin Paris’inde çökmekte olan pasaj kültürüne değinir Benjamin. Yüksek katlı AVM’lerin kurulmasıyla pasajlarda değersiz görülen bir takım şeyler geride kalmıştır. İşte bunların farkına varılmasıyla biz değersizleştirilen de değerliyi ortaya çıkarabiliriz.

Sonuç olarak,

Modern dünyanın getirdiği bilimsel bakış ile insan ve doğa ilişkisi her türlü mistik, estetik ve etik ögeden ayrıştırılıyor. Bununla birlikte söylemlerimizin yapısı da değişiyor. İnsani deneyim körleşmeye başlıyor ve bu körleşme dünya savaşlarına sebep oluyor. Benjamin, insanın hakiki varoluş tarzını kurtarmaya çalışıyor. İnsanın doğaya yabancılaştığını hatırlatmaya çalışıyor. Yozlaşmış insan-doğa ilişkisine bir başkaldırı öneriyor. İletişimselliğini kaybetmiş dilin değerini yeniden açığa çıkarmak istiyor. Her şeyin bize söylemek istediği bir şey var. Dolayısıyla biz bu kozmik iletişimi kurmalıyız. İnsanın ve insanlığın “çocukluk dönemlerinde” sahip olduğu mimetik (taklide dayalı) yeti kaybolmamalıdır. Çünkü bu yeti yozlaşmış dilin aksine kendinde değerli olan dili bize yeniden kazandıracaktır. Sanatın canlandıracağı mimetik yeti ortak yaşamı kuracaktır. Mimetik yetinin harekete geçireceği hafıza geleceği de dönüştürecektir. Çünkü bu hatırlama yetisi bize eleştirel bir bakış açısı kazandıracaktır. Öyleyse galiplerin değil mağlupların tarihini anlatmak ortak yaşamımızı güçlendirecektir.

Bu anlamda Benjamin bize alternatif bir tarih yazıcılığı önermektedir. Bu sayede gelenekte değerli olan sondajlanacaktır ve işte orada parlayan inci bulunacaktır.

Mehmet Can Tekin

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR