Saat dördü Asuman geçiyor
Kaldırım taşı değmek üzeredir ayaklarıma
Bekliyorum biçare kapımda, elimde otuz yıllık şarabımla.
Herkes gidiyor
Kimse gelmiyor
Saat beşi Asuman geçiyor
Kim bilir kimin yalnızlığı ile yürüyor sokaklarda
Kaldırım taşının eli kulağında
Heves etmiş işte bir kere
Daha önce hiç görmemiş böylesi yalın bir ayak
Küçük de sayılmaz hani, nerden baksan kırk iki numara
Ama her nedense önemsiyor işte beni
Gözüm kör olmuş yer altında
İşgal edilmiş kentim, seçemiyorum renklerini.
Saat altıya Asuman kala
Bir İbrahim oturuyor boğazıma.
Sarışın mavi gözlü, bir seksen altı boyunda
O an yıkılıyor sanıyorum dünya
Oysa hiçbir şey yıkılmıyor
Her şey yerli yerinde.
Saat yediyi Asuman geçiyor sonra
Kaldırım taşı kayıyor ayaklarımdan
Yüzüm gözüm kan içinde.
Asuman nedense farkediyor beni
Durduruyor zamanı saat sekizi Asuman geçe
Elimi tutuyor mu ne?
Ellerim üşüyor
Yoksa titriyor mu?
İbrahim uzaktan seyrediyor
Asuman bir pamuk, iki avuç suyla yüzümü temizliyor.
Gözleri sanki zümrüt yeşili
Gözlerimin içine bakınca anlıyorum
Gülümsüyor dudağında tek bir kıvrımla
Ancak İbrahim çekiyor kolundan bir hışımla
Ve ben uyanıyorum
Herhangi bir kaldırımın herhangi bir taşında.
İsmail Topçu