Ana SayfaYazarlarCansu CanZümrüt-ü Anka’nın Peşinde

Zümrüt-ü Anka’nın Peşinde

Simurg kökeni İran-Pers mitolojisine dayanan, efsanevi bir kuştur. Eski Mısır mitolojisinde Feniks, batı mitolojisinde Phoneix ya da Pheniks, Türk mitolojisinde de Zümrüt-ü Anka, Hüma veya Tuğrul adıyla bilinir. Türklerin ona Zümrüt-ü Anka demesinin sebebi; renginin yeşil olduğuna dair olan inançtan kaynaklıdır. Efsaneye göre Anka kuşu toprakla suyu arındırarak verimliliği arttırır. O, yeryüzü ve gökyüzü arasındaki birliğin sembolüdür ve her iki taraf için elçi vazifesi görür. Anka kuşu tasviri farklı kaynaklarda farklı şekillerde belirtilmiş olsa da genel anlamıyla; bir fili taşıyabilecek kadar iri cüsseli, kanatlı, tavus kuşuna benzeyen fakat bir o kadar da köpek suratlı, aslan pençeli bir yaratıktır. Simurg saf iyiliği temsil eden dişi bir karakterdir. Aynı zamanda yüzyıllar içerisinde sadakat, zarafet, hakkaniyet, tekamül ve ölümsüzlüğün de simgesi olarak  efsaneviliğini korumayı sürdürmüştür. Firdevsî’nin Şehnâme adlı eserinde sıkça bahsettiği Anka kuşunun iyi ve anaç yönünü gözler önüne seren birçok hikaye mevcuttur. Örnek hikayelerden biriyse şu şekildedir:

Bir gün Kral Sam’ın karısı ona; Zal adında albino hastası, erkek bir evlat verir. Teni fazla beyaz olduğu için, çocuğunun şeytanların tohumundan olduğunu düşünen Kral Sam, evladını reddederek onu Kaf Dağı’nın eteklerine bırakır. Tek başına kalan zavallı bebek terk edilmenin acısıyla ağlamaya başlar. Bebeğin ağlama ve haykırışlarını duyan Simurg, bu duruma daha fazla dayanamayarak hemen onu evlat edinir. Bu süreç içerisinde Zal, Simurg’dan her türlü hikmeti öğrenir. Gel zaman git zaman büyüyüp serpilen Zal, bir gün insanların dünyasına inmek ister. Simurg her ne kadar bunun olmasını istemese de, sonunda kabul eder ve Zal’a altın renginde bir tüy verir. Bu tüyü onun yardımına ihtiyaç duyduğu zaman yakmasını söyler. Yeryüzüne geri dönen Zal burada hayatının aşkıyla karşılaşır. Rudabe isimli genç bir kadınla evlenir. Evlendikten kısa bir süre sonra Zal, bir çocuğunun olacağı haberini alır. Doğum zamanı geldiğindeyse karısının doğum sırasında öleceğini öğrenen Zal, Simurg’u çağırmaya karar verir. Simurg’un onu çağırabilmesi için verdiği tüyü yakarak Simurg’a seslenir. Zal’ın feryadını duyan Simurg ise hemen yanına gelerek; anneyi de bebeği de, sezeryana benzeyen bir yöntemle kurtarır. Böylece büyük Pers kahramanlarından biri olan Rüstem dünyaya gelir.

Firdevsî’nin Şehname’de bizlere bu şekilde bahsettiği meşhur Simurg kuşu, yani diğer adıyla Zümrüt-ü Anka kuşu; tüm kainatın bilgisine sahip olan ve hayat ağacının dallarında yaşayan bir yaratıkmış. Bu kuş öyle yüce gönüllüymüş ki bütün kuşlar onun sözüne inanır, başları sıkıştığında da muhakkak onun yanına koşarlarmış. Simurg kuşu öleceği zamanı hissedebilen bir kuşmuş. Ölümünü hissettiği vakit kimselere görünmeden ortalıktan kaybolan Anka, ağacın kuru dallarından kendine yuva yapıp bu yuvayı yapışkan bir maddeyle sıvayarak, yuvanın içinde ölümünü beklermiş. Tan vakti geldiğindeyse bütün ihtişamıyla ortaya çıkıp yanarak kül olurmuş. Ardındansa küllerinden yeniden doğarak kendini sonsuz bir döngünün içine bırakırmış.

Bir gün yine Zümrüt-ü Anka aniden kaybolmuş. Bunu öğrenen diğer kuşlar hemen onu aramaya koyulmuşlar. Kaf Dağı’nın eteklerinde ona ulaşabileceklerini öğrenen bir grup kuş sürüsü, hiç vakit kaybetmeden yola çıkıp Kaf Dağı’na doğru süzülüp gitmiş. Kuşların Anka’yı bulmayı ümit ettikleri bu dağ, görünen ve görünmeyen dünyaları birbirinden ayıran sınır vazifesinde olduğu için; arka tarafında cinlerin, perilerin yaşadığı rivayet edilmektedir. Zümrütlerle bezeli olan bu dağ yeryüzünde bulunan tüm dağların anasıdır. Yeryüzünü kuşatan yeşil zebercetten (peridot taşı, yeşil-sarı renkli yılan taşı)  meydana gelen bu dağın çevresi gökyüzüdür ve kökleri dünyanın üzerinde durduğu kayaya bağlıdır. Bu sebeple zelzelelerin de kaynağı bu dağ olarak kabul edilir. İşte bu sürünün Kaf Dağı’na ulaşabilmesi için, 7 zorlu vadiyi aşması gerekmektedir. Ancak beklenilen olmaz. Sürüdeki kuşların hepsi, bu vadileri tek tek aşmayı başaramaz. Belli bir kısmı daha ilk vadideyken elenir. İkinci, üçüncü ve dördüncü vadide de aynı şekilde elenerek yollarına devam ederler. En çok azalmanın yaşandığı vadi, dördüncü vadidir. Zümrüt-ü Anka’yı aramaktan vazgeçen kuşlardan bülbül, güle olan aşkını hatırlayıp Zümrüt-ü Anka’yı aramayı bırakır. Ekipteki diğer kuşlardan biri olan papağan da, tüylerine zarar gelmesinden korktuğu için yarı yoldan döner. Kartal krallığını özlediği için; baykuş yıkıntılarından, balıkçıl da bataklığından vazgeçemeyeceğini anladığı için bu zorlu mücadeleyi bırakır. En sonunda da tüm bu pes eden ya da kaybolan kuşların arasından yedinci vadiye ulaşabilen 30 kuş kalır. Bu 30 kuş Kaf Dağı’na ulaşıp birbirine baktığı anda; aslında ayrı olmadıklarını, bir bütün olduklarını farkeder. Birleştikleri anda da Zümrüt-ü Anka’nın ta kendisi oluverirler. En başından beri kendisini arayan ve bulduğunda yanarak küllerinden yeniden doğan Zümrüt-ü Anka; gerçek benliğine yani özüne ulaşmış olur.

Anlattığımız bu hikaye, alegorik anlatım özelliği taşımaktadır. Bu yüzden hikayede bahsedilen 7 vadi aslında Muhyiddin İbnü’l-Arabî ekolünün oluşturduğu “Nefsin Yedi Mertebesi” ya da “Nefs-i Tezkiye” dir. Bu mertebeler, vadi veya boyut kapısı olarak adlandırılmakla birlikte; insan bedenindeki 7 ana çakrayı temsil eder. Yani çakraların ilgili olduğu konularla yakın bir ilişki içerisindedir. İnsan nefsinin nasıl temizleneceğini ya da nasıl terbiye edileceğini öğretir bizlere. Pür-ü pak olan insanın kendini bulup, yaratıcıya birlik bilinciyle ulaştığını sembolize eder. Kamil insan modelinin oluşum evrelerini gözler önüne serer. Kamil insan olma durumu Doğu dinlerinde ve mistisizminde, ayrıca Hint teofizisinde manevi kurtuluşa ermeyi ifade eden “nirvana” kavramıyla benzeştir. Nirvana’nın anlamlarından bir tanesi sönmek, yok olmaktır. Bu durumda, Nirvana’ya ulaşan insan da yok olur. Örneğin İslam felsefesinde kamil insan olabilmek için; nefs mertebelerinden sonuncusuna gelinip, hiçliğin öğrenilmesi gerekir. Hiçliğin ya da yokluğun kavranabilmesi de saf bir bilince geçilmesi demektir ki, bu da Nirvana’yla özdeşleşen bir olaydır diyebiliriz. Hikayedeki birinci vadi (İrade Vadisi) “Nefs-Emmare”yi, ikinci vadi (Aşk Vadisi) “Nefs-i Levvame”yi, üçüncü vadi (Cehalet Vadisi) “Levh-i Mülhime”yi, dördüncü vadi  (İnançsızlık Vadisi) “Levh-i Mutmane”yi, beşinci vadi (Yalnızlık Vadisi) “Levh-i Raziye”yi, altıncı vadi (Dedikodu Vadisi) “Levh-i Marziye”yi sembolize eder. Yedinci yani son vadi (Ben Vadisi) ise “Levh-i Kamile”yi anlatır bizlere. Birinci vadi ya da birinci boyut kapısı insanın nefsiyle ilk karşılaştığı yerdir. Papağanın güzelliğini kaybetme uğruna Zümrüt-ü Anka’dan vazgeçmesi olayı bu mertebeye aittir. Kuşlar bu vadide zevkusefaya tutulurlar. Onlar için çabalamak, bir şeyleri elde etmek bir hiç halini alır. İkinci boyut kapısı aşk kapısıdır. Aşkın getirdiği sarhoşluğa kapılmadan, körü körüne bir şeylere tutulmadan geçmemiz gereken bir köprüdür. Hikayedeki bülbülün güle olan aşkı da bunu ifade etmektedir. Bu vadiye ulaşan kuşların gözlerine bir sis perdesi iner. Her şey şekil değiştirir. Taş parçaları bile güzeller güzeli birer kuğuya dönüşür. Üçüncü boyut kapısı, marifet yeridir. Cehaletin tam anlamıyla sınandığı nokta burasıdır. Bilginin başladığı ve sindirildiği aşama da diyebiliriz. Burada kuşlar bildikleri her şeyi unuturlar. Neden orada olduklarını, ne yaptıklarını, kim olduklarını, hatta ve hatta Zümrüt-ü Anka’yı bile unuturlar. Dördüncü boyut inanç boyutudur. Bu kapıda insanlar inançlarından, inandıkları şeylerden kolayca vazgeçerler. Bu sebeple bir hayli zor bir kapıdır. Bu vadi kuşlar için epey hırpalayıcıdır. Her şey bir anda anlamsızlaşarak boş bir hale bürünür. Zümrüt-ü Anka’yı asla bulamayacakları düşüncesine kapılırlar. Hatta bazıları onu aramaktan vazgeçer. Beşinci boyut kapısı, tevhid alanıdır. Birlik bilincinin oluştuğu yerdir. İnsanlar bu noktada yaşadıkları evreni ve yaratıcıyı tanımaya çalışırlar. Bu yüzden çeşitli sorularla hayatı anlamlandırmayı hedeflerler. Beşinci vadide kuşlar kendilerini yalnız hissederler. Hatta kendilerini o kadar yalnız hissederler ki, avlanırken bile birlik olmayı unuturlar. Sırf bu yüzden kendinden büyük hayvanlara yem olurlar. Aynı amaç uğruna orada bulunduklarına dair bir bilinç yoktur akıllarında. Altıncı boyut kapısı da, insanın nefsin tüm kötü özelliklerinden (dedikodu, vesvese, yargılar vb.) arındığı bir nehirdir. Bu vadiye giren kuşlar, vadide yankılanan bazı fısıltılar duymaya başlarlar. Kuşlar hep bir ağızdan Zümrüt-ü Anka hakkında yalan yanlış şeyler atıp tutmaya başlarlar:

  1. Kuş: Hey arkadaşlar! Duydunuz mu? Zümrüt-ü Anka’nın tüyleri yanmış.
  2. Kuş: Evet arkadaşlar, söylediği doğru. Hatta Zümrüt-ü Anka’nın tüyleri geri çıkmıyormuş.
  3. Kuş: Aynen doğru söylüyorsun. Tüyleri çıkmadığı için utanıyor bence. O yüzden karşımıza çıkmıyor, saklanıyor bizden.
  4. Kuş: Kesinlikle haklısınız arkadaşlar! Zümrüt-ü Anka hiçbirimizi görmek istemiyor şu an. Yanına gidip onu bulmak isteyenlere zarar veriyormuş. Öyle duydum ben.
  5. Kuş: Öyle öyle. O kadar çok kişiye zarar vermiş ki, sırf bu yüzden vicdan azabından kendi canına bile kıydığı söyleniyor.
  6. Kuş: O da bir şey mi arkadaşlar? Canına kıymak ne kelime! Toprak olmuş çoktan. En iyisi hepimiz geri dönelim. Daha fazla onu aramamızın bir anlamı yok.

Dedikodular bu şekilde almış başını yürürken; tüm bunlara aldırış etmeyen kuşlar yedinci boyut kapısına varmışlar. Yedinci boyut kapısı yokluk bilincinin oluştuğu kapı, hiçlik mertebesidir. Var olduğunu sandığımız şeylerin aslında olmadığını, sadece birer yanılsama olduğunu anladığımız yerdir. Yani Platon’un “Mağara Benzetmesi”ndeki insanların zincirlerinden kurtulup, (İslam Felsefesi Ekolü’ne göre nefs.) dışarıdaki gerçek hayata kavuşmalarıyla gölgelerin girdabından çıkışıdır. Bu vadiye geçiş yapan kuşlar, benle yani egoyla mücadele ederler. Hepsi lider olmak ister. Hepsi kendisini öne atmaya çalışıp varlığını kanıtlamaya çalışır. Birisi her şeyi en iyi onun bildiğini iddia eder, öteki diğerinin yaptığını eleştirip kusur bulur. Böyle birbirleriyle didişip dururlar. Her kafadan bir ses çıkar ve vadide tam bir kaos ortamı hâkim olur. En sonunda ise benden uzaklaşmayı başaranlar birlik bilincine ulaşarak, yanıp kül olurlar. Akabinde de küllerinden yeniden doğarak, aslında aradıkları Zümrüt-ü Anka’nın kendileri olduğunu öğrenirler.

Hikayedeki Simurg’u yani Zümrüt-ü Anka’yı arayan 30 kuşun 30’u da Simurg’un kendisidir. Simurg öz benliğini aramaktadır ve kendisine ait sandığı tüm kötü nefs özelliklerini girdiği 7 vadideki sınavlarda terk ederek; asıl gayesine, hakikatine ulaşmayı başarmıştır. Dünyada ona ait olduğunu zannettiği negatif parçalarından kurtularak pozitifleşen, sonrasında da nötrleşerek başlangıca geri dönen Zümrüt-ü Anka; verdiği sınavlar neticesinde özüne kavuşurken, tekamülünü tamamlamaya çalışan insanı anlatır bizlere. Yanarak küllerinden yeniden doğmasıyla, insanın reenkarnasyonunu ve enkarnasyonunu simgeleyerek saf şuura dönüşü açığa çıkarır. Temel öğretisi ise “Ne arıyorsan O’sun.”dur. Öyle ya, boşuna dememiş Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî:

“Can konağını aramadaysan, cansın;
Bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,
Bir damla su arıyorsan susun,
Zulmün peşindeysen zalimsin,
Aşkı arıyorsan aşıksın,
Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen.
Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir:
Neyi arıyorsan O’sun sen.” (Medium, 2020.)

Öyle ya, bu hayatta hepimiz bir şeylerin peşinde koşuyoruz. Kimimiz parayı, şöhreti arıyor. Kimimiz ise aşkı, mutluluğu. Uzaktan bakıldığında hepsi iyi, hoş şeyler. Ama asıl olan bunlar mı ki? Önemli olan nokta bu. İnsanın bu dünyada yaptığı en basit şey; bir sarmalın içinde, duvarların arasında defalarca dönerek çıkış noktasını aramaya çalışmak. Bazen aynı yolu sayısını bile bilmediği kadar giderek çıkış kapısının farklı olmasını beklemek. Sil baştan. Sil baştan. Sonra, “Neden hep aynı son?”. Yeni senaryoyu yazmak varken evire çevire aynısını oynamak bir insana ne kazandırır? Bildiğin bir şey üzerinde devamlı olarak hareket etmekten başka bir şey değil bu. Bilinmeyeni öğrenmeye çalışmak varken; elinin altında zaten var olana ulaşmaya çalışmak, insanın hayat yolculuğunda kendine yapabileceği en büyük haksızlık. Bu yüzden aramaya daimî devam etmek elzemdir. Fakat bu arayış boş bir arayış olmamalıdır kesinlikle. Ne arıyorsun? Neden arıyorsun? Kaçıncıya arıyorsun? Bütün bu arayışlar içerisinde ne kadar farkındasın? Bunların hepsi birer kriter. Ne aradığına, neden aradığına dikkat etmek zorundasın. Çünkü gerçekte aradığın o şey, öyle alelade bir şey değil. Aradığın şey, Zümrüt-ü Anka’nın ta kendisi. Yani sensin.

Cansu Can

KAYNAKÇA

Ekşib, Ş. (2021). Sayıların ve Renklerin Dili. Bağcılar – İstanbul: Ceres Yayınları.
Medium. (17.02.2022 tarihinde erişilmiştir.) “Neyi arıyorsan O’sun sen…”. https://medium.com/@southseaa/neyi-ar%C4%B1yorsan-osun-sen-3267fba097dc
Vikipedi Özgür Ansiklopedi. (17.02.2022 tarihinde erişilmiştir.) Kaf Dağı. https://tr.wikipedia.org/wiki/Kaf_Da%C4%9F%C4%B1
Vikipedi Özgür Ansiklopedi. (17.02.2022 tarihinde erişilmiştir.) Nefis. https://tr.wikipedia.org/wiki/Nefis
Vikipedi Özgür Ansiklopedi. (17.02.2022 tarihinde erişilmiştir.) Peridot. https://tr.wikipedia.org/wiki/Peridot
Vikipedi Özgür Ansiklopedi. (17.02.2022 tarihinde erişilmiştir.) Simurg. https://tr.wikipedia.org/wiki/Simurg

Cansu Can
Cansu Can
4 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğdum. 2022 yılında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümünden mezun oldum. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Adalet Bölümünde ise hala öğrenim görmekteyim. Yazılarımın genel hattını felsefe, mitoloji, ezoterizm, spiritüalizm, sembolizm, edebiyat ve sanat konuları oluşturuyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR