Saat gecenin 1’i. Balkona çıkıyorum başımı gökyüzüne kaldırıyorum, puslu bir sokağın rutubeti doluyor içime. Yüksek apartmanların asık suratsızlığı ve soğuk görünüşü aldığım nefesin yavaşlamasına neden oluyor. Kollarımı açıp rüzgârı hissetmek istiyorum ancak rüzgâr bile küsmüş gibi bu acımasız şehre. Gözümün önüne bütün melekler geliyor son nefeslerini nasıl bir zorlukla verdikleri. Yaraları ve çektikleri açılar. Hayata lanet okuyorum. Midemden hayata karşı ağrılar boşalıyor. Sanki kusmak istiyor gibi oluyorum, hayatın pisliğinden ve iğrençliğinden midem bulanıyor artık.
Aşağı bakıyorum sert bir beton zemin doluyor gözüme.
Acaba diyorum acaba tekrar deneyecek miyim? Yine acımı hissediyorum. Midem bulanıyor hala. Hayat iğrenç geliyor bana. Varlığım midemi bulandırıyor. Kendimi atsam şimdi midemden ağrılar gidecek diye düşünmeye başlıyorum. Ama yapamıyorum cesaretimi toplayıp ayaklarıma uyumak istemiyorum artık.
Midemden binlerce siyah kelebek göç ediyor artık dayanamıyorlar sanki kendi bedenimi her an yok edecekmiş gibi hissediyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey varsa o da varlığımı önemsiz görüyor oluşum ve bu lanet olasıca pislikler içindeki iğrenç hayata ayaklarımla isyan etmek istiyorum. Sanki bir daha intihara kalkışıyor bedenim. Ben artık bedenimi tutamıyorum bedenim her an kendini imha edecek gibi. Midem bulanıyor ve başım ağrıyor. Gözüme uyku girmiyor. Gelip bedenimin acısını yazarak hafifletmek istiyorum ama artık yazmak bile hafifletmiyor bedenimdeki ağrıları.
Artık hiçbir şey bilmiyorum hiçbir şey bilmiyorum diye söylenmeye başlıyorum kendime…
Sonya Bayık