…
Uzaksınız. O kadar uzaksınız ki ne kadar da bağırsam duyamayacaksınız ellerimden düşen zamanın sesini. O kadar uzaksınız ki kendinize ne kadar susarsanız susun fark edemeyeceksiniz hiçliğinizi. Kimin ne kadar değerli olduğunu bakışlarımız değil, bakmayı bilmeyen insanların göz kamaştırdığı küstahlıkları belirliyordu. Aslında her nefes alışımız Tanrı’ya ihanetti, Tanrı’nın her nefes verişlerimize izin vermesi gibi. Uzaktık, o kadar uzaktık ki yağmur taneleri saçlarıma bir türlü düşmüyordu ve her şeyi uzatıyorduk olduk olmadık cümlelerle. Göz kamaştıran küstahlıkların arasında ne kadar da çok gürültüsü vardı böyle. Seslerin tizliğinde kulağa çarpan feryatları duymayan zihniyetler şimdilerde ölüme yalvarıyordu.
Nereye kadar gidebilirdik ya da ne kadar farklı düşünebilir. Bakın aklıma ne geldi. Tanrı bizi telefonla arasaydı şaşırırdınız hatta inanmaz, ama vahiy yoluyla Tanrı’ya inanıyordunuz. Hem de şahit olmadığınız zamandan gelen bilgilere. Özellikle gecenin karanlığında düşünmek ürkütücü gerçekten. Zaten korkmak zorundasınız. Korkusuzluk ruhsuzluğun bilinçsel-psiko hareketlerini oluştururdu ve ne kadar uzağa kusarsanız o kadar derinde yaşadığınızı anlayacaktınız. Şu an gözlerinizi kapatmalısınız. Beyaz bir duvara anılarınızı yazmalı sonra o duvarı yıkmalı. Eğer o duvarın altında kalmazsanız üstünlüğünüzü kısaltıp insanlığa armağan edebilirsiniz, ama eğer o duvarın altında kalırsanız geçmişin size ihaneti başlıyor demektir.
…
Serkan Aydemir