Vaveyla

Haklı düşüncelerimizle tuttuğumuz her köşe başı ve onların inandırıcı halleri yaşamımızın çoğul sesidir. Dibine kadar yanlışta olsa, itiraf etmemek ya da en basiti kabul etmemek, yitirilmiş güçlü duyguların karakteristik boşluğudur.

Bilinç ağı zincirleme gelişiminde doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün nesnel bilgilerini çoğunluğun seslerinde duymak zorunda kalmışsa;

Seçim yeteneği, kendince haklı sebepler ve hissiyatlarla yön gösterme gücünü kullanacaktır. Kişi anlaşılamama, akabinde yalnız kalma korkusu yüzünden genel-geçer birçok durumu eleştiriden uzak tutmaktadır. Konu hakkında Vikipedi maddesi;”Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan görüştür. Vahdet-i vücut, Panteizm’deki gibi tek hakikatin parçalandığını ve sadece içkinliğini savunmaz. Materyalist panteizm veya monizm gibi ilk ilke ile evrendeki her şey arasında maddî bir bütünlüğü tasavvur etmez ve savunmaz. Yaratılışın amacı; Künt’ü, Kenz yani Gizli bir Hazine idim bilinmeyi istedim ifadesi bütün varlıkların ve tüm evrenin Tanrı’nın yansımaları olduğu anlamını taşır.

Nefsini terbiye eden insan oğlu Şeriat, Tarikât, Marifet ve Hakikât kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur (birleşir). (Hulul) Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi’nin kendilerini ölüme götüren “En-el Hak” sözü, bu inancın yansımasıdır. “Vahdet-i vücud” tabiri bu öğretinin en büyük sözcüsü olan Muhyiddin İbn Arabi’nin eserlerinde bu kelimeler ile ifade edilmez. İfadeyi ilk kullanan, İbn Arabi’nin öğrencisi Sadreddin Konevi’dir.

Bu inancın en büyük temsilcileri Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî gibi düşünürlerdir.

Günümüze ait sancılar çok önceden toprağa atılmıştır. Bireysellik anlamında cinsiyet ayırt etmeksizin, tekil suret ve fikirler, çoğul hayatlar yaşanılmaya çalışılmaktadır. Yaşam dediğimiz şey, hayat dediğimiz zamansal kavramın dünyasal bir yansımasıdır sadece.

İnsan Bilincinin Doğası

Herkesin her şeyi “eksiksiz bildiği” çağımızda, konular ve dokunuşlar zahmetten çok uzaktadırlar. Tıpkı; herkesin âşık olup, her aşkınsa gerçek olduğu gibi! Zamanımızın en belirgin çığlığı ”çok” olanlarla sınanıyor olmamızdır…

İnsan bilincini, doğasını, ritmini, etrafındaki her şeyi kendi içselliğinde saygıyla görmeye ve yaşamaya başladığında; O eşsiz sürecin içinde olduğunu fark etmeden dışsal yaşamın saflarında ‘ben’ i tüketerek, içselliğin doğru sesleriyle hayatı yeniden kucaklamaya başlar.

En küçük canlı organizmayla, en büyük cansız madde arasında yalnızca ölçüsel farklar gözetilebilir. Yaşam formları değişkenlik gösterse de, duyguları ve değerleri tamamen eşittir. Maddesel yansımaların kurduğu ahenkli dünya, yaptırımları ve kozlarıyla inandırıcılığı en üst seviyede hazlar sunmaktadır. Şimdilerde hasat veren duygusuz bedenler, gizli bir karmaşanın kuşkularını yaşatmaktadırlar. Kişi kendisine, yaşadığı topluma aynı zamanda ona sunulan eşsiz doğaya karşı yaklaşımlarında gerçek bilinçten uzaklaşarak hissizleşmişse, her şeyi kirletebilecek yeteneğe ulaşmış demektir. Bu durumu görmek basit bir gözlemle elde edilebilir. İnsanın yere çöp atıp atmamakla ilgili duruşu, topluma karşı duruşunun ilk fikirlerini de doğrudan anlatmaktadır.

Asıl sorun; doğru şekillerin biçimsiz bedenlerce anlaşılması durumudur! Bu sorunu doğru yönlendirebilmek için, kişi önce yapılan davranışın yanlış olduğu bilincine ulaştırılmalıdır. Hiçbir yanlış, üstünde doğru bilgiyi taşıma erdemine sahip değildir. Bu sebeple doğru olduğuna inanılan yanlış bilgiye ulaşılmalıdır… Ulaşılan her yanlış fikir, doğruyla bütünleştiğinde ‘biz’ olabilmenin temel taşlarını doğuracaktır.

Birliğe Katılmak ve “BİR” Olmak

Biz olabilmek için, gerçekte bir olmak gerekir. Bir olmaksa; öncelikle ruhla bedeni bütün kılmaktır. Bu bütünlüğe doğa kendiliğinden katılacaktır. Hayatta bir olmak, benliklerin yok edilmesiyle oluşan ruhu hissetmekle başlayacaktır.  Hissedebilen bilinçler hayatın hassasiyetine kavuşmuş, gerçek değerin birliğindedir… Kırılmaktan korkarak, kırmaktan da korkacaklardır. Hayat alış-veriş üzerine kurulmuştur. Sonsuz enerjilerin her bir karşılığı içimizde bulunmaktadır.

Doğa, yaşam titreşimleriyle sonsuz frekanslarını, iletişim sağlamak amacıyla tekrarlamaktadır. Ve kendi doğasına sahip her yaşamsal form bu frekans bilgilerini taşır. İletişim kuracağımız her şey, kendimizle yeniden merhabalaştığımız anlardır…

Hayatın atar damarları ve gerçek bilincine ulaşabilmek için, kişi önce kendisine yüzünü dönmek zorundadır.

Serdar Bayraktar

Serdar Bayraktar
Serdar Bayraktarhttp://www.felsefehayat.net
1984 Ankara doğumlu, memur bir ailenin küçük çocuğuyum. İlk ve orta dereceli okulları Ankara'da okudum. Niğde Üniversitesi Radyo Tv Yayımcılığı 2006 yılı mezunuyum. Resim ve müziğin de önemli yeri olduğu hayatımda yazmak çok daha heyecan verici bir duygu. Bu yüzden yazmayı her şeyin önünde tutuyorum. Ankara'ya aşığım ve hayatımı orada devam ettiriyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR