Ana SayfaYazarlar8 Boyutlu Kâbus

8 Boyutlu Kâbus

İnşa edildiği günden beri her yaz gidip ahşap banklarında oturduğum, oynayan çocukları seyrettiğim ve de en önemlisi o çok sevdiğim, dinlendiklerinden, izlendiklerinden haberleri olmadan oynayan çocukların sesleriyle arada bir kafamı kaldırıp gördüğüm şen yüzlerine bakıp kitap okuduğum bir çocuk parkını sırf oturduğum semtin meydanında, yani ilçenin en işlek yerinde ve bazen iğne atsan düşmeyecek hale gelen bir caddenin en işveli yerinde diye kapitalizme kaptırmışlar…

Parkı yıkmışlar… Evet, parkı yıkmışlar. Yerinde kocaman bir inşaat temeli var.
Salıncaklar sanki rengârenk birer kelebek olup uçmuş ve kaydıraklar süzülüp kaybolmuşlar.
Sekiz boyutlu sinema salonu yapılıyormuş. Oysa ben daha üç boyutlu film izlemedim yemin ediyorum. Sekiz boyutlu sinema ne zaman çıktı, zaman nasıl hızlıca ilerledi de ben sinemaların boyutları arasından tam 5 basamak geride kaldım anlayamadım.

Tamam… Çocuklar belki salıncaklarda sallanmazlar ama yine orada olurlar. Görürüm onları yine o salonda. Gülecekleri bir film illa ki olur. Belki bu kez bilet parası vereceğim çocukları görebilmek için. Belki paramla satın aldığım sinema salonu karanlığında az da olsa yüzlerini seçer, ağlarken veya gülerken yüzlerinin tatlı mı tatlı coğrafyasında şans eseri o çok sevdiğim yolculuklardan birine çıkarım. Yani gidilir, görülür… Çocuklardan uzak tutamazlar elbette beni. Bakılıp tebessüm edilir o tatlı hergelelere. Tek başına niye gülüyor bu adam, sorularını hiç tanımadığım insanların kafalarında sokabilir ya da doğurabilirim herhangi birine dalıp gitmişken.

Ama arkadaş nasıl gülecekler? Bunu hesap edemiyor insan. Benim aradığım o doğanın kollarındaki gülümseyiş mekanik seslerin arasında nasıl çıkaracak başını saklandığı yerden?
Hangisinin ağlaması dikkatimi dağıtıp beni okuduğum satırlardan alıkoyacak ve hiç şikâyet ettirmeyecek okumamı bölmeme?

Hepsi sanki ellerinden ve ayaklarından bağlanmış gibi oturacaklar. O küçük popoları yerlerinde bir an olsun duramazken saatlerce orada oturacaklar. Hiçbir salıncak sırası olmayacak. Hiçbiri kaydırağın tepesinde ilk yükseklik korkusu deneyimini yaşamayacak veya yenemeyecek.

Orada… O sinema salonunda o mekanik sesin önüne, o fabrikadan ithal perdenin, uzak coğrafyadan gelmiş filmlerin önünde sıraya dizilecekler. Salıncaktan düşme korkusuyla dudaklarını azimle büzüp beni ölesiye güldüremeyecekler. Kitabımı okumayı bırakıp birinin boş salıncak beklerken yanındakilere sırayı kaptırmamak için hayatının ilk kavgasını yapmasını seyredemeyeceğim. Kızıp hiddetinden oğluna yahut kızına bir tokadı aşkeden annelere kızamayacağım.

Yahu abi o park iyiydi.
Çocuklar güzeldi.
Vallahi bak…

Şimdi çocukluğunu geride bırakmış onca delikanlının ve genç kızın ilk öpüşmelerini de satın alacak o sinema salonu. Hiçbiri çalıların kenarında, kimsenin olmadığı bir sokağın kaldırımlarında ya da dalgalarını rüzgârın ellerine koyuvermiş bir denizin kenarında martıların ispiyonları arasında öpüşmeyecek. İlk aşkın ilk öpüşleri yine kapitalizmin kucağında olacak.
Sinema salonları o unutulmaz ilk el ele tutuşmaları yine doğanın, sokakların elinden kapacak.

Yahu hep para mı kazanacak?

İbrahim Sarp Baysu

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR