Ana SayfaÇ(alıntı)En Kay­gı Verici Olan, Bizim Hala Düşünmememizdir!

En Kay­gı Verici Olan, Bizim Hala Düşünmememizdir!

[…]

Düşünmenin ne demek olduğunu öğrenmeye çalışırken, düşünme üzerine düşünen refleksiyon içine düşerek kay­bolup gitmez miyiz? Fakat yine de, bu tehlikeye rağmen, yürüdüğümüz yolda sürekli düşüncemize bir ışık düşü­yor. Ancak bu ışık, ilkin refleksiyonun fenerleri vasıtasıyla düşünceye getirilmiş değil. Işık, düşüncenin bizzat kendisinden ve yalnızca ondan gelmektedir. Bir şeyin kendisinin bizzat kendisine ait ışığa taşınması bir muam­madır ve bu düşünmeye, tabii ki sadece hakikaten dü­şünme olduğu ve ısrarla aklı kötülemekten kendisini uzak tuttuğu sürece, uygun düşmektedir.

Düşünce, en kaygı verici olana muvafık olduğu tak­dirde düşünür. Kaygı uyandıran zamanımızda en kaygı verici olan kendini, bizim hala düşünmememizde göster­mektedir. Bu cümlenin ifade ettiği şey, öncelikle bir iddia olarak kalıyor. Bu iddia, şimdi üzerine eğileceğimiz bir ifade formuna sahiptir. İfadeyi öncelikle iki türlü muha­keme ediyoruz: İddianın neyi vurguladığını ve ifade ka­rakterini.

İddia şuydu: Kaygı uyandıran zamanımızda en kay­gı verici olan, bizim hala düşünmememizdir. Örneğin, ağır hasta olan birinin kaygı uyandırıcı du­rumu bizi tasalandırır. Emin olmayanı, karanlığı, tehdit eden şeyi, zulmeti ve genellikle aykırılığı kaygı verici bu­luruz. Kaygı verici olandan bahsettiğimizde, mutat ve ay­nı zamanda mahzurlu ve nihayet olumsuz bir şeyi kaste­deriz. Kaygı uyandıran bir zamandan ve hatta en kaygı uyandırıcı olandan bahseden bir ifadenin, bu mülahaza­ya uygun olarak öncelikle olumsuz bir vurgu üzerine ku­rulmuş olması gerekir. Bu ifade, çağın oldukça aykırı ve hiç ümit vermeyen çehresine işaret eden bir bakış sergile­mektedir. İfade, çağın kıymetsiz ve batıl olan ne varsa ta­lep eden nihilist tezahürlerine tutunmaktadır. O, bu teza­hürlerin kaynağını zorunlu olarak bir noksanlık ta, cümle­mize göre söylersek, düşüncenin mahrum kaldığı şeyde aramaktadır.

Bu vurgu, içinde bulunduğumuz çağın yargılanması bağlamında yeterince tanınmaktadır. Bir nesil önce “Ba­tı’nın Çöküşü”nden bahsedildi. Günümüzde ‘Merkezin Koybolması’ndan bahsediliyor. Her yerde çöküş, tahribat ve dünyanın tehlikeli boyutlarda yok edilmesi takip edilmekte ve kaydedilmektedir. Her yerde, sadece çöküş ve bunalımları eşeleyerek tahrik eden pek hususi bir ro­man türüne rastlanmaktadır. Bu edebi tarz bir yandan, esasa müteallik olan ve hakikate uygun biçimde düşünül­müş olanı söylemekten çok daha kolay; öte yandan ede­biyatın bu biçimi çoktandır bıkkınlık vermeye başlamış­tır. Dünyanın sadece düzeninden çıkmakla kalmadığı, bilhassa anlamsız olanın hiçliğine doğru yuvarlandığı ka­bul edilmektedir. Nietzsche, en yüksek zirve noktasından çok daha uzakları önceden görerek, geçen asrın seksenli yıllarında, çok düşünülmüş olduğu için basit bir şey söy­lüyor: “Çöl büyüyor”. Bu söz bize çölün genişlediğini söylemek istiyor. Çölleşme, tahrip etmekten çok daha fazla bir şey. Çölleşme, yok etmekten daha korkutucu. Tahrip, yalnızca şimdiye kadar gelişmiş ve inşa edilmiş olanı ortadan kaldırıyor, fakat çölleşme gelecekteki geliş­meye meydan vermiyor ve her türlü inşa imkanını engel­liyor. Çölleşme, sadece yok etmekten daha korkutucu. Yok etmek de esasen ortadan kaldırmayı ve dahası hiçi ifade ediyor, fakat çölleşme engel olmayı ve imkansızlığı öngörüyor ve yaygınlaştırıyor. Afrika’nın Sahra Çölü sa­dece çölllerin bir türü. Yeryüzünün çölleşmesi, en yüksek hayat standardına erişilmesine ve yine aynı şekilde bütün insanların tek tip bir refah düzeyine ulaşabilmelerini mümkün kılacak bir organizasyona paralel olarak gelişe­bilir. Çölleşme, her iki durumda da kendisi olabilir ve korkutucu bir tarzda, kendini gizlemek suretiyle her yer­de dolaşabilir. Çölleşme, basit bir kumlaşma değildir. Çölleşme, Mnemosyne’nin en yüksek düzeyde sürgün edilmesidir. “Çöl büyüyor” sözü, zamanımızın sıradan yargılarından farklı, başka bir yere ait. “Çöl büyüyor” sö­zünü Nietzsche günümüzden 70 yıl önce söylemişti ve şunu eklemişti: “Vay, çöllere gebe olanın haline!”

Şimdi, kaygı uyandıran zamanımızda en kaygı veri­ci olan, bizim hala düşünmememizdir iddiası da sanki, günümüz Avrupa’sını hasta ve içinde bulunduğumuz ça­ğı çöküş olarak kavrayarak kötüleyen seslerin konserine katılmış gibi görünüyor.

Daha dikkatli dinleyelim! İddia, en kaygı verici olan, bizim hala düşünmememizdir diyor. Yoksa iddia, ne artık düşünmediğimizi, ne de bizim esasen hiç düşünmedi­ğimizi söylüyor. Çok iyi muhakeme edilmiş olarak söyle­nen ‘hala’ sözcüğü, bizim muhtemelen çok önceden beri, düşünmek üzere yola koyulduğumuza, üstelik sadece geçmişte denenmiş bir tavır olarak düşünmeye yönelme­diğimize, bilakis düşünmenin içinde, düşünmenin yolun­da yürüdüğümüze işaret etmektedir. Bu bağlamda iddiamız, sadece dünyanın başına her­hangi bir yerden bela olarak gelmiş gibi görünmeyen, bi­lakis insanlar tarafından sürüklenerek getirilmiş olan çöl­leşmeye bir ümit ışığı tutmaktadır. Doğrusu iddiamız, içinde bulunduğumuz zamanı kaygı verici olarak vasıf­landırmaktadır. Bu vasıflandırma ile, anlamı kaydırabile­cek herhangi bir yan vurgu yapmaksızın, bize düşünül­mesi gerekeni sunanı, yani düşünülmeyi isteyen şeyi kas­tediyoruz. İşte bu şekilde anlaşılan ”kaygı verici olan’ın, kaygı uyandırıcı veya şaşırtıcı bir şey olmaya asla ihtiya­cı yoktur. Zira sevindirici, güzel, esrarengiz ve lütufkar olan da bizi düşünmeye sevk etmektedir. Belki de bu zik­rettiklerimiz, bizim genellikle hakkıyla düşünmeden “kaygı verici” olarak vasıflandırmaya itina gösterdiğimiz diğer şeylere nispetle çok daha kaygı vericidir. Bu zikret­tiklerimiz, sevindirici, güzel, esrarengiz ve lütufkar ola­nın yalnızca his ve tecrübeye mahsus kılınması ve düşün­cenin cereyanından uzak tutulması gerektiğini kabul et­mek suretiyle bizim bu hediyeyi reddetmediğimiz takdir­de, bize ancak kendilerini düşünülmesi gereken şey ola­rak sunarlar. İlkin, esrarengiz ve lütufkar olanla düşünül­mesi gereken olarak meşgul olmaya başladıktan sonra, ancak kötünün kötü niyetli oluşu hakkında ne düşünme­miz gerektiğini muhakeme edebiliriz.

En kaygıcı verici olan, bu bağlamda yüksek bir şey, hatta belki de insan için mevcut en yüce şey olabilir; tabii insan, düşündüğü, özünün hafızaya istinat etmesi dolayı­sıyla düşünülmüş olanın hitabına muhatap olduğu süre­ce, ne ise öyle kalan bir varlıksa. En kaygı verici olanın, eğer bilhassa en yüce şey ise, aynı zamanda en tehlikeli olmayı dışlaması gerekmemektedir. Yoksa insan, örnek olarak zikredebileceğimiz hakiki, güzel, merhametli ola­nın özünü hiçbir tehlikeye maruz kalmaksızın azıcık da­hi olsa soluyabilir mi?

İşte bu yüzden, iddiamız, kaygı uyandırıcı zaman­dan ve en kaygı verici olandan bahsettiğinde, asla esasen karamsarlık ve ümitsizliği vurgulamamaktadır. İddi­amız, kendisinin olabileceklerin en kötüsüne doğru gözü kapalı sürüklenmesine izin vermemektedir. O kötümser değildir. Fakat iddiamız bir o kadar az iyimser. İddiamız öyle, en iyinin gerçekleşebileceğine dair sahte ümitlere kapılarak kendini hemen avutmak istememektedir. Geri­ye daha ne kalıyor? Bu ikisinin arasındaki kararsızlık? Farksızlık? Bu hiç değil. Zira belirsiz olan, daima farkla­rın birbirinden ayırt edilememesinden beslenir. Ayrıca biri, iyimserlik ve kötümserliğin ötesinde veya berisinde yargıda bulunabileceğine inansa bile, onun esasen iyim­serliğe ve kötümserliğe yönelmiş olarak, sadece farksızlı­ğın değişik bir tarzına tutunduğunu söyleyebiliriz. Fakat kötümserlik ve iyimserlik, her ikisi de, birlikte besledikle­ri farksızlık ve onun çeşitli tarzları, insanın tarih olarak isimlendirdiğimiz şeyle olan istisnai ilişkisinden meyda­na gelmektedir. Bu ilişkiyi kendi hususiyeti içinde kavra­mak oldukça zor. Bu zorluk, ilişkinin çok uzaklara uza­masından değil, bilakis bizim için günlük ve mutat bir şey olduğu için. Anlaşılan, bizim iddiamız bile belirli bir tarih ilişkisini ve insani durumu öngörmektedir. Peki, bu ilişkilerin hangisi? Böylece, iddiamız bağlamında muha­keme etmemiz gereken şeylerin ikincisine gelmiş bulunu­yoruz.

[…]

Martin Heidegger
Düşünmek Ne Demektir?
[1951/52 Kış Dönemi Ders Notları]
Paradigma Yayıncılık, Çev.: Rıdvan Şentürk

Editör (CMD)
Editör (CMD)http://www.felsefehayat.net
Yazılarını Mavi Melek Edebiyat Topluluğu, Düşünbil gibi dergilerde yayınlama fırsatı buldu. FOL Kitap öncülüğünde bazı kitapların hazırlanmasında görev aldı. Bu kitaplardan bazıları "Sorunsallıkta Yaşamak", Jan Patočka, Plotinos, "Tanrı, Ruh ve Mit", Henri Bergson. 2009 yılından bu yana felsefehayat.net'in (kurucu) editörlüğünü sürdürmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR