Hep

bu şehir
bu şehir, bu şehre yakışmıyor sen olmayınca
sen olmayınca henüz taze birer mezar oluyor sokakları, geçtiğim
veyahut süründüğüm en çok
bu şehir bir numara büyük geliyor kendine
ve küçük, hasretime
sevgilim
adın kazılı bu şehrin diline
çınlıyor kulakları
bel vermeyince sesine
çoğalan trenler azalan yolcular sahte birer hüznün figüranları oluverip çıkıyor
bu şehir sevgilim
sen olmayınca
kirli camlarıyla temiz düşlerimi saklıyor
savsaklıyor gündüzler işlerini
ve gecelerden başka tek cömert olan şey yıldızlar
onlar da gülmüyor, saklıyor dişlerini
ıslanmaktan yorulmuş ceketler
bu şehirde sen olmayınca sevgilim
sıcak değil paltolar
ve hep sonbahar evladını kaybetmiş şu yorgun parklar
çıkılması güç yokuşlar çoğalıyor
ayaklarım çivileniyor kaldırımlarına
sevgilim sen olmayınca bu şehir kendinden kaçıyor
yaşamak sadece inadına
bak
bak kulaklarıma sahte and’lar çalınıyor
çeperler ardında nice filiz dilinde
ve sahicilikten uzak bir televizyon kanalı kadar yakın gerillalar
kavgam bileniyor sevgilim
sevgilim üstüme yürüyor kör bıçaklar
bu şehir sen olmayınca
diz çökmüş şu dağlara mıhlı genç kızların tertemiz göz bebekleri kadar umutsuz
ve bir o kadar yoruluyor dizleri kavuşmak uzaklaşınca
sevgilim bu şehir sen olmayınca
kendi olmayı bilmiyor
bu şehir
şehir olmaktan çıkıyor

İbrahim Sarp Baysu

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR