Yıllar öncesinden yok olmalıydık. Süremiz dolmuştu. Neden mi dünya bizim yerimize yok oluyordu? İnsan kavramı kendini tanımlayacak kadar bilgi birikimine erişebilmişti de ondan. Doğa bizlerin bu derece mutasyona uğrayacağını bilseydi sanırım bunu çok önceden yapmış olacaktı. Doğa sandığımızdan daha merhametliydi. Biz insanlar mağarayı terk edip kolonileşmeye başladığımızdan beri doğa var olan gücünü kaybetmeye başladı. Bizler, doğanın gücünü ele geçirmeye çalıştığımızdan milyonlarca yıldır öldürme yetisini birbirimize aşıladık. Genlerimizde vardı gücün köpekliğini yapmak. Bu bir nevi paradoks oluşturuyordu. Gücü kendimizde ararken doğanın gücünü görmezden geldik. O kadar egoya sahip olduk ki Freud bunun bilimini yarattı ve o kadar zekiyiz ki yılların birikmişliğini de kullanarak var olan güçsüzlüğümüzü küçümsememek için Tanrı’yı yarattık. Güce tapmanın getirisiydi var olan şu an ki mantıksızlığımız. Bir düşünün neden mi kitaplar insanların yazıyı buldukları ve var olan din kavramının yetersiz olduğu anda geldi ? Zekiydik, geçmişte yaratılmış bazı kavramları yeni bir kuralla insanlığın önüne çıkarttık. Güce, yaşamın kendisine o kadar bağlıydık ki yaşamı anlamlı kılmalıydık. Unutma, inanç yani var olmayan bir ihtimal gerçekleşmediği müddetçe yok edilemezdi. Bu yüzden yok edilemeyen bir var olmayışın ihtimaline sarıldık. İnsanoğlu görünen en büyük parazitti. Kalbinin atışını aslında sen belirliyordun. O kadar çok tutunduk ki yaşama gökyüzünün tadını çıkartmak için pis işlerimizi bilinçaltı yapıyordu.
Aşk… İşte bu yüzden bizleri bu denli ölümsüzleştirebiliyordu. Aşk, ölümlü olan bu güçsüz bedene güç katıyordu. Aslında aşk yoktu. Dürtülerimiz bizi yaşatmaya odaklanmıştı. Yaşamak içindi her şey. Bu var olan dürtü o kadar artmaya başladı ki ölümün ciddiyetini unuttuk. Korku düşüncelerin oluşmasını engelleyemezdi. Her şey bu kadar açıkken neden mi ölümden korkuyorduk, çünkü sen düşünmesen de düşünüyordun, ölünce Tanrı kavramı bitecekti.
…
Serkan Aydemir