Ana SayfaYazarlarKonuk YazarKarayı Kaldırmayın, Umudumu Yitirdim

Karayı Kaldırmayın, Umudumu Yitirdim

Gülten Ablayı okuyorum sabah sabah. Geceden bir pişmanlıkla sabaha ulaşmışım ve yaşıyorum hala. Deli Kızın Türküsü’nü okuyorum: “Karayı kaldırın, mavi koyun, umudumu yitirmedim.” Ah Gülten Abla ne güzel demişsin, ne güzel demişsin de ama ben umudumu yitirdim çoktan. Ondan diyorum ki karayı kaldırmayın umudumu yitirdim ve çok korkuyorum.

Hayır diyorum, şimdi çağırmayın beni. Hala çok uykum var ve çok yorgun duruyorum bu rüyanın bir yerlerinde. Ellerinizden korkuyorum. Kırmızı bir cinayetin izlerini taşıyorlar. Öyle telaşlısınız ki korkuyorum. Hayır, hayır, kaldırmayın gözlerimdeki bu kapkara korkuyu ve endişemi. Şimdi zamanı değil umudun. Ben onca yitirilmiş düşten sağ kalarak geldim buraya. Yalnız kaldım. Bağırıyorum. Ancak çaresizlikten, hep çaresizlikten alışıyorum konuşmaya ve bağırmaya.

Bir günaydının zoruyla daha açıyorum gözlerimi. Hala gecenin kahrıyla doluyum. Acımı döktüğüm bu masa ve içimi döktüğüm kâğıt beni anlamıyor, biliyorum. Yırtıp atıyorum durmadan. Keşke acıyı ve geceyi de yırtıp atabilsem böyle. Durun! Durun! Yaşamaya yeniden takatim yok benim. Erken bir yaşta ve daha yolun yarısı değilken deliriyor insan. Hiçbir şey anlamadan, anlamlandıramadan, bir neden olmadan ölmek istiyor sonra.

Durun! Bir tükenmişlikle daha durun. Korkuyorum ve yalnızım.

Ne yapmışım? Ne söylemişim? Gidenlerden geriye kalınca hafızamı yitirmişim. Ah! Yeniden geri dönmeye ve yaşamaya kendimi mecbur mu hissediyordum? Ya da yaşıyormuş gibi davranırcasına ya da kendime her defasında ihanet ederek… Yaşamam gerekiyor muydu soğuk ve sevgisiz? Şimdi donup kalsam diyorum. Donup kalsam ve kabalaşmadan ruhumu şiddete daha fazla bulaştırmadan.

Ah, karayı kaldırmayın, umuda inanmıyorum ve bitmedi güneşin batarken yüreğimize bıraktığı hüzün. Kaç sabah daha böyle boş bir masada hayatıma ne yapacağımı düşüneceğim. Daha kaç defa bir ağırlık gibi çökecek üstüme yaşamak. Beni bekleyen ölüm, ölümü beklediğim masa, masanın acısını içimden döken mektuplar… Hangimiz hangimizin ağırlığını taşıyabiliyor? Taşıyor muyuz? Kaç kişiyiz bu masada? kaç kişi yalnız başımıza öleceğiz? Hayır, durun! Benim korkum bana yeter. Beni acıya çağıran evlere dönüyorum ve diyorum ki: “Sizin korkunuzu da kalbime bulaştıramam.” Anlayın ne olur ve karayı kaldırmayın, daha fazla dayanamam umuda. Bir enkazım anlayın. Kaldım gitmedim. Kaldım ve yaşamaya devam ettim anlayın. Kaç yangın var içimde? Kaç yangın küller bıraktı ardından anlayın.

Ahh, diyorum. Didem Madak gibi derin bir iç çekişle: Ah! Yansın! Yansın ki diri tutulsun ahımız ve acımız. Kimse yaklaşmasın ölülerin yarım kalan düşlerine ve kimse bir neden aramasın gidenlere. Kimsenin kimseye bir diyeceği olmasın artık. Ah, karayı kaldırmayın, korkuyorum ve umudumu yitirdim ben. Keşke… Keşke… Ah! Keşke Gülten abla, insan yitirmese umudunu ve kaldırsa şu karayı yüreğinden. Ama biliyorum ki Gülten Abla, güz gelecek ve hüzünleneceğiz yine.

O yüzden karayı kaldırmayın, korkuyorum ve umudumu yitirdim ben…

Sonya Bayık

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR