Anlaşılamıyorsun bir nedeni yok. Ne kadar yazsan, ne kadar dil döksen de anlaşılamıyorsun ya da anlatamıyorsun içindeki acıları. Bir türlü cesaretini toplayıp ta dökemiyorsun eteğindeki taşları…
İtiraf etmelisin ki sende istemiyorsun aslında. Sanki birilerinin seni anladığını hissettiğinde binlerce kere acılara yenik düşüyorsun binlerce kere ölüyorsun binlerce kere boğuluyorsun. O yüzden kaçıyorsun anlaşılmaktan, o yüzden kaçıyorsun kendinden. Birilerin seni anlamasını beklemek senin onun anladığını sanmak, konuşmak, sonra susmak, sonra bir köşeye çekilip pişmanlıklar giyinmek…
Hiç bocaladığın kadar yazabildin mi? Ya da acını alacak daha doğrusu içindeki bu acıların bu anlaşılamamanın öcünü aldın mı ömründen? Virgüllerden kaçıp ta sığındığın noktalar seni de bitirmedi mi? Öyle bir sözcük ki, anlaşılmaz ne kadar bağırsan da karşındaki seni duymayacak karşındaki senin acının öcünü alamayacak, bunu da biliyor musun peki? Bana bunu anlatabilir misin peki? Sen, sen olmaktan korkuyorsun? Evet, galiba tek sığınacağın limandı. Elinde kalan tek bahanen bu. Savuruyorsun ellerindekileri etrafındakileri. Tek suçlusu da sen değilsin bu bilinmezliğin bu karmaşaların. Öyle miydi sandıkların yoksa böyle miydi sandıkların hep sandıkların hep sanmak istediklerin daha ne kadar sanacaksın ki böyle kendini yalandan kandırarak. Galiba yoruluyordu insan. Anlam veremedikleri şeylerin içinde anlamsızlaşıyordu insan. Nedeni de yok bu anlaşılamamanın.
Nedenler yoktur bazen. Bir kılıf uyduramıyorsun nedenlerine çünkü yoruluyorsun artık. Elinde bir yenilgi kalıyor ve bir de pişmanlıklarla dolu koca bir hayat. Nedenler yok oldukça sende yok oluyorsun, hem de bu yokluğuna bir neden bulmayarak yok oluyorsun…
Sonya Bayık