Geri Dönüşüm

Üzerinden ayağımın boyutunda fakat sağlam motorlu bir araba geçmiş gibi duran ortası içine göçmüş gazoz şişesi, büzülmekten akordiyon olmuş kuru fasulye konservesi, anneannemin annesinin yüzündekilerden daha fazla kırışığı olan kağıtlar, uzaktan çimden bir dağ ilüzyonu yaratmaya yetecek miktarda yeşil soda şişesi kırıkları… Bunlardı geri dönüştürülmeye medet umulanlar.

Dört yanlış bir doğruyu götürmeyecekti onlar için, yüzelli yanlıştan yepyeni doğrular doğacaktı. İnsanlardan daha çok insan muamelesi görüyordu bu şanslı çöpler. Dünyasının işleyişinin bilincinden bir hayli uzaklaşarak, pür dikkat çöplerini doğru kutulara atmaya çabalıyordu vapuru kaçırma telaşının dahi durduramadığı genç adam.

Yaklaşık bir saat içinde altı kat merdiven çıkacaktı ofisin kekeleyen elemanıyla elli saniyelik asansör diyaloğu içine girmemek uğruna. Dokuz saat sonra ses volümünü gereğinden fazla tiz ve yüksek bulduğu için bin takla atıp randevu ayarladığı kadını bir daha aramayacak, oniki saate eşcinsel komşusunun ses tonundan bile haberdar olmadığı sevgilisinin apartmana girememesi için elinden geleni şikayet mektubuna dökecekti. İlerleyen saatlerde ise telefonundan gece rutini olan flört aplikasyonu Tinder’a girecek, önüne gelene sunulan cariyelerin hiçbirini beğenmeyen hünkar tavrı takınacaktı. Her bir çöp kutusuna yuvarlamada daha da kendinden geçecek, giderek güçlendiği yanılgısı içinde tatminliğin zevkinden dört köşe olacaktı.

Bir müze konseptiyle salonuna boylu boyunca astığı diplomaları kadar kağıttan bir kraldı o. Her gece gün boyunca sergilediği sahte gülümsemeden çenesi ağrır, gözünde bir yanlışı olanın yüzelli doğrusu silindiğinden kimseyi tanıyamaz, kimsenin de onu tanımasına izin vermezdi. Her bakışı onlarca spot ışığının karşısında dört kat pudraının altında kalmış bir surat kasıklığında, her cümlesi dikkatlice ezberlenilip provası yapılmış bir oyuncu repliği tadındaydı. Podyumda yürürdü o, bir adım öncekiyle istikrarlı, daima dengeli.

Annesinden habersiz ayakkabı bağcığının rengini değiştiremeyen, yere sakız attığında oyuncakları elinden alınan o çocuk bir yolunu bulup büyüyememişti. Arabaları yerine sertifikalarıyla övünür, arkadaşlarına kum yerine sahte gülücükler atar olmuştu. Mutlulukla mükemmellik öyle bir paralelleştirilmişti ki kafasında, bir uzaylıdan farkı kalmamıştı. Göz kontağı kurduğu herkesi donduracak buzdan bir idealist dağ kaplamıştı vücudunu. Vapurun 5 dakika içinde yanaşacağı duyurusuyla insanların o katlanamadığı gürültüsünü bloke etme görevi bahşettiği kulaklarını çıkarıp tuvaletin yolunu tuttu. Önünde beklediği kapının açılmasıyla içeriden hayatında duyduğu en yüksek sesli, en arsız, en içten kahkahayı atan bir çingene ve 3 kızının koşarak çıkışını izledi. Mahvetmişlerdi tuvaleti, yerde tuvalet kağıdından oluşan bir halı, aynaya dahi bulaşmış dışkılar ve haliyle burun direğini kırıcı bir kokuyla karşı karşıya kalmıştı. Homurdanmak için ağzını açsa da, bir tek yargı cümlesi bile çıkaramadı o acımasız dudaklardan.

İçi gitmişti o dünya umrunda olmayan gerçek kahkahalara. Haksızlıktı bu, o mutlu olabilmek için iki üniversite bitirmişti, bir tuvalet katliamından böylesine bir coşku nasıl çıkabilirdi ki? Görevli tarafından uyarılana kadar manzaranın önünden ayrılamadı. Vapurdan indi, sol yerine sağa sapıp küçükken test kitaplarının arkasına da gizlese,  annesi tarafından tekerleklerinin sökülmesine engel olamadığı patenlerinden satın aldı.

Yaşama doğru tekerlek çevirmeye bir yerden başlaması gerekiyordu?

Deniz Baran

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR