Sessizliğimi bozan, kulaklarıma kadar yaklaşıp seslenen ifşacıların bağırışları içindeydim. Her biri birleşerek dağılan, dağıldıkça toplanan birbirini taklit ederek ilerleyen farklı renkler ve türlerde olan milyarlarca “benlik” taşıyıcısı. Onlardı.
Ses tonları birbirine hiçbir benzemeyen milyarlarca farklı türrde ve nesnel olarak “an” be “an” değişebilen iradeleri ile deniz kadar canlılık içinde ve hareketliydi.
“Neye irade edersem o olurum” keyfiyetiyle yasayan bir birliktelik içinde birbirinin olması istediğini olarak onu doyuma ulaştıran iradelere sahipler ve bütün doyumu aldıktan sonra daha başka bir iradenin gönüllü “olucuları” olarak varlıklarını metaforlardan metaforlara taşırıyorlardı.
Olmayacakların bağrında, büyük bir çılgınlık içinde olacaklara şahit oluyorum. Olmayacak ve olamazların dogmalaştığı anlarda oluyordu bütün olacaklar.
Hiçbir hissin mutlak kalıcıları “olucular” arasında barınamazdı, çünkü “olucular” bütün hislerin kendisiydiler, mutlak olan onların süreklilik ve değişkenlikten başka bir özellikleri değildi.
“olmanın” bütün “an” larını sahneleyen “benlik” gerçekliği içinde “biriciğin” kendiliğinin oluşlarını kendi dilleri ile anlatıp monograflarla canlandırıyorlardı.
Kaosun yaratıcılığından başka bir yaratıcılık oluşmuyor, bütün olanların çelişkili hamisi Kaosun varlığı “sürekli -değişken-gelişen” olarak ilerleyen ve gerileyen bir çelişkiyle olmasını sürdürüyordu.
Bir insan türü mutlak fikir kölesidir. Aydınlığın ve yaratmanın tanrıları tarafından yaratılıp dururlar. Zihinlere hükmetmektir bedenlere sahip olmak, bu yüzden, mutlak fikir kölelerimizin dökeceği kanlarla yakacağız aydınlığın meşalelerini…
Hiçliğin Mimarı