Ana SayfaYazarlarSınırları Aşan Sınırlar

Sınırları Aşan Sınırlar

Saat şehir içi ulaşımdaki son otobüsün, son trenin, son dolmuşun, son minibüsün ve son tramvayın hareket saatiydi. Artık sadece insanların pahalı bulduğu taksiler bir yerden bir yere yolcu taşıyabilirdi. Son tramvaya son anda yetişen delikanlı jeton alabilecek zamanı bile olmadığı için kaçak binmişti. Zaten son sefer olduğu için görevli de göz yumdu bu duruma. Hava soğuktu. Ayaz vardı. Bulut yoktu. Yıldızlar vardı.

“Şu şehrin elektrik idaresini havaya uçurup şehri karanlığa gömsem daha fazla yıldız görebiliriz” dediğini hatırladı adam, bir saat kadar önce sevgilisini kollarına almış kimseciklerin olmadığı bir kuytu da öperken…

Gülmüştü kız arkadaşı. Gülmüş ve sonra öpmüştü onu. Hem de şu, dudaklarını yanaklarına bastırıp uzun süre çekmeden öpüp, sonra bu on öpücük sayılır dediği öpüşlerinden biriyle öpmüştü. Kız arkadaşının sokağa açılmış kitap tezgâhlarından kendisine hediye aldığı kitabı açıp ilk sayfalarını okudu. Sonra evde okurum diyerek kapattı. Ağır geliyordu okumak. Bugün o kadar çok şey okumuştu “o güzel gözlerinde”. Hiçbir cümleyi anlamıyordu.

Önünde daha 16 durak vardı ve yol uzundu. Tramvayın ilk durağında orta yaşlarını yeni bitirdiği her halinden belli sarışın bir kadın, ihtiyarlığını yaşamakta olduğunu yüzündeki çizgilerle ortalığa saçan bir adamın kolunda bindi tramvaya. Kadının zamanında oldukça güzel olduğu belli oluyordu. Saçlarındaki boya dibini vermeye başlamıştı. Ölüm gözlerinin çevresine çöreklenmiş, yer çekimi gerdanına dört elle asılmıştı.

Gözlerini kadından ayırdı, eve gidip içeceği marihuanasını düşündü ve “ahh dermanım” diye içini çekti. Sesli düşündüğünü fark etmemişti bile. Kadın ona bakıp gülümsüyordu ve o bunun farkında bile değildi. O hala bu gece esrarlı sigarasını içip bütün güneş sistemini dolaşmayı hayal ediyordu.

Geçen sefer Jüpiter’de rastladığı lacivert uzaylıyla olan sohbetini anımsadı.

“Siz insanları binlerce yıldır izliyoruz” demişti uzaylı. Dinozorlardan sıkılıp dünyaya göktaşlarının çarpmasını sağlayıp onları yok ettiğimizde ve sizlerin oluşumunu sağlayan tanrıyla şeytan gibi biz de bahse girmiştik kendi aramızda. Sizler hep aptal kalacaksınız diyenlerimiz çoğunluktaydı ve bunun gerçek olduğunu her bir gün anlıyoruz. Tabii bizden haberiniz yoktu ama şeytandan vardı. Bu bile uslu durmanızı sağlamaya yetecekken sizler hala berbat hayatlar yaşıyordunuz. Ahh ne ahmaktınız. Basit şeyleri bilmekten başka şey yapmıyordunuz. Zaten siz aptalların her basit şeylerden haberi vardır.

Sizi izliyoruz. Sürekli aynısınız. Değiştiğiniz yok. Birbirinizi beceriyor ve çoğalıyorsunuz. Çoğaltmaktan başka şeyi düşündüğünüz yok. Çocukken oyuncaklarınızı çoğaltıyorsunuz, misketlerinizi, oyun kartlarınızı, oyuncak arabalarınızı çoğaltıyorsunuz. Sonra büyüyor onları yine çoğaltıyor ve oynamadan vitrinlerde sadece başkalarına gösterip aptalca konuşuyorsunuz. Kendinizi çoğaltıyorsunuz, kafanızın içindekileri çoğaltıyorsunuz, kazançlarınızı çoğaltıyorsunuz ve sonra kazançlarınız için becerip çoğalttığınız insanları azaltan savaşlar yapıyorsunuz. Maddeyi değiştiriyor ama kendi kendinizi bir türlü değiştiremiyorsunuz. Kitaplar yazıyor, kitaplar okuyor ama hala aynı kalıyorsunuz. Bir kitap sizin için uyku getiren ilaçtan ibaret. Küçücük şeyler ruhunuza ve o aptal suratlarınıza devrimci maskesi asmaya yetiriyor.

İyi toplumlar ve kentler kurmak için çoğalttığınız insanları azaltan savaşları bir türlü bırakamıyorsunuz. Öldürmek ve yok etmek sizde adeta bir uyuşturucu gibi etki bırakıyor. Savaş sizin tasmanız olmuş. O tasmayı koparıp kaçamıyorsunuz. Sadece havlıyor, havlıyor, havlıyorsunuz. Silahlarınızla havlıyorsunuz, bombalarınızla, askerlerinizle, paralarınızla, devletlerinizle, statülerinizle havlıyorsunuz. Kalemden çok mermi üretiyorsunuz. Dağlarınızı delik deşik ettiniz. Her şekilde her şeyi beceriyorsunuz. Sivri olan ne varsa bulduğunuz her yere sokuyorsunuz. Penislerinizi kadınlarınıza, erkeklerinize, çocuklara, hayvanlara, eşyalara sokuyorsunuz. İğneler yapıp kendi kurduğunuz saçma düzenlerden kaçmak için bedenlerinize uyuştura uyuştura batırıyorsunuz. Sivri mermiler yapıp çocuklara saplıyorsunuz. Uzun uzun borular yapıp toprağın kara kanını emiyorsunuz. Sonra bu kan için köpekleşiyor, birbirinize hırlıyor ve ısırıyorsunuz. Öldürüyorsunuz, kan için kan döküyorsunuz. Yazdığınız bütün kitaplara ters düşüyor, daha da kötüye gidiyorsunuz. Sıra dağları dişilerinizin memeleri gibi sıkıp toz haline getiriyorsunuz. O kocaman dağların içindeki bir parça metal için, altın için, değersiz birkaç parça taş için becermediğiniz toprak parçası bırakmıyorsunuz. Doğrusu çok geri zekalı canlılarsınız. Ahh şairleriniz olmasaydı sizi yok etmek işten bile değildi. Bir defasında ben ve arkadaşım binlerce yıl önce – Tabii size göre binlerce yıl önce, çünkü bizimle sizin zaman kavramınız çok farklı. Einstein adlı bilim insanınız bu konuda size bir şeyler anlatmaya çalışmıştı ama pek anladığınız söylenemez doğrusu. Her neyse. Seni bir anda o binlerce yıl öteye götürebilirim. Ve benimle bir dakika yolculuk yapman dünyadaki bir insanın bir saatlik yolcuğuna eş değerdir. Sen daha genç kalırsın, oysa bir saat yaşlanır. – sizin çok zeki olmakla övünen ahmak bir insanınız üstüne bahse girmiştik. Kendini tanrı sanan o aptalın basit bir şeyi kavrayıp kavrayamayacağı konusunda tartıştık.

Dünyaya geldik – elbette bu kılıkla değil – ve onun zekâsını bizim yapacağımız en basit şeyi çözebileceği iddiasıyla sınadık. Bahsi ben kazanmıştım. O ahmak canlınız hiçbir şeyi anlamamış sadece aptalca bir şekilde böbürlenmeye devam etmişti. Bu zaten sizin gen haritanızda koca bir dağ gibidir. Neresinden bakarsan bak daima görünür. Böbürlenmek ve kendini bir halt sanmak size özgüdür. Böbürlenmek sizin anadan üryan dolaşan gölgenizdir. O güneş olsa da olmasa da daima ortalardadır ve onu görebilirsin.

Küçük Prens adlı kitabı okuduğunu görmüştüm bir defa seni izlerken. Hatırlıyor musun orada bir övüngen vardı. İşte o övüngeni yazarın aklına ben sokmuştum. Sizin geri zekalı insanlarınıza kendilerini görebilmeleri için bir şans vermiştim. Ama çoğunuz bunu görmenize rağmen hala aynı aptalca hayatınıza devam ettiniz. Çok övünüyorsunuz ve hiçbir şeyi övünecek kadar iyi yapmıyorsunuz. Başarısızlıklarınızla övünecek olsanız belki bununla övünmekte haklı olurdunuz. Ama sizler başarısızlığı bile kirletecek kadar aptalsınız.

Size Tesla olarak geldim ama bir otel odasında yalnız başıma beş parasız ölmekle kaldım. Beni anlayan sadece tek bir güvercindi. Sadece ona âşık oldum. Sadece onu sevdim. O kadar aptaldınız ve o okul denen aptal kurumlarınızda o kadar aptalca şeyler öğreniyordunuz ki aranıza karıştığım insan bedeniyle Tesla olarak yaptığım hiçbir şeyi adımla öğretmediniz. O aptal puşt Edison’u bile benden daha zeki olarak ezberlettiniz çocuklarınıza. Sizi bu sıkıcı hayatlarınızdan kurtarmak için tasarladığım radyoyu bile bir başkasına mal edip o aptal Marconi’yi ödülle onurlandırdınız. Sanırım Alfred Nobel’in suratınıza bir tükürük borcu var. Sizler gerçekten sahtekâr ve geri zekâlısınız dostum. Ah şairleriniz olmasaydı sizi yok etmek işten bile değildi. Ahh şairler… Biz bile öylesi canlıları var edemedik. Şiir size cennetten sarkmış bir iptir dostum.

Dostum, peki şu bahsinizi biraz daha açıklar mısın?

Elbette. Mısırı biliyorsun, piramitleri de. İşte o piramitleri biz yaptık. Göğe bakan üç devasa piramit diktik. Hepsi birbirinden farklı ölçülerde… Yaşınız, sosyal konumunuz ne olursa olsun yükselmekten korkmayın dedik. Küçük yaptık, büyük yaptık, orta boyda yaptık. İçine mumyalar ve mumyaların yanına oyuncaklar koyduk. Yaşamaktan korkmayın ve asla içinizdeki çocuğu öldürmeyin mesajı vermek istedik, o mumyaların yanına oyuncaklar koyarak. O simgelerle size hiç kimsenin yazamayacağı bir kitap sunduk. Ama anlamadınız. Bununla da kalmadık. Paskalya adasındaki o kocaman heykelleri de biz yaptık. Yüzlerini ufka çevirdik. Yüzlerini denizin sonsuzluğuna çevirdik ve onları insanların yapamayacağı büyüklükte ve ağırlıkta yaptık. Yüzünüz daima ufka dönük olsun. Yüzünüzü uzaklardan çevirmeyin. Yollardan korkmayın. Başarı için ufkunuzu açık tutun, siz küçücük bir nokta değilsiniz. Ağırlığınız var, büyüklüğünüz var bu evrende dedik ama anlamadınız. Ahh Jakob… O adaya Ufuk Adası demesi gerekiyordu, Paskalya değil! Ama o bunu düşünemedi. Ama bunu anlayamadınız. Geliştirebildiğiniz teknoloji hala o piramitleri yapmaya yetmiyor. Yapabilseniz bile bunun yüzlerce yıl süreceğini anlayan bilim adamlarınız – nedense siz geri zekalı insan ırkının bir aptallığı da sizi doğuran o güzel kadınlarınızı bilim arenasında hiçe saymak. Bilim insanı diyebilmek varken sanki bütün her şeyi vücudundaki kanı, penisi ve beyni arasında ortak bir şekilde bölüştüremeyen erkek ırkına mal ediyorsunuz. Oysa kadınlarınızın da dünyada geliştirdiğiniz onca şeye yaptığı katkı aşikâr – var. Hala piramitleri bizim yaptığımızı bilmiyorsunuz. Paskalya adasından hala hiçbir şey öğrenemediniz. Sırf siz ahmaklara acıdığımız için Rehber Taşını yaptık. Ama bunu bile saçma olarak buluyorsunuz. Bizi anlayamıyorsunuz ve bizi hala göremediniz. Bazılarınız bir hata sonucu soğuk topraklarınıza düşen bir aracımızdan birkaçımızın cesedini alabildi ama bundan hiçbirinizin haberi yok tabi. Annesini kaybettiğini bilmeyen bebeklerin oyuncaklarıyla oynamaya devam etmesi gibi moda denen saçmalıklarınızla günleriniz geçiyor. Moda programlar, moda dergiler, moda giysiler, moda kitaplar, moda konular, moda konuşmalar moda, moda, moda… Aptallığınızın adını moda koymuşsunuz ve siz de “aptallık bitmeyen bir moda”. Çoğu defa elinde fotoğraf makinesi veya kamera olan bir ırkdaşınıza göründük ama bizim varlığımızı hala inkar ediyorsunuz. Televizyon denen o dolaylı tembelleştirme mekanizmanız sizi gerçekten çok aptal ve tembel yapıyor. Neden uzay gemilerimizle ne zaman görünsek çevrede ya bir fotoğraf makinesi ya da bir kamera olduğunu hiç düşünmüyorsunuz. Oysa dağlarda ya da okyanuslarda olabilirdik. Ya da elimizdeki teknolojiyi kullanarak o makineleri alt edebilirdik. Geliştirdiğimiz teknoloji, uzay gemilerimizle dünyanıza yaklaşmaya bile gerek bırakmıyor. Ama bunu anlamıyorsunuz. O kadar geridesiniz ki ve tarih denen saçmalıklarınızla insanlarınızın, özellikle çocuklarınızın kafasını o kadar çok dolduruyorsunuz ki o kafalarda geleceğe hiçbir yer bırakmıyorsunuz. Sizler gerçekten aptalsınız dostum. Ahh… Sadece şairlerinizi seviyorum.

Anladım dostum… Haklısın, ne diyebilirim ki.

Jüpiter’den evine döndüğünde bunları insanlara anlatmaya çalıştığı günleri hatırladı. Kurduğu internet sayfasında kendisiyle dalga geçen insanları gördükçe Jüpiterli dostunun ne kadar da haklı olduğunu çok iyi anlamıştı. Belki de dostu, insanların ona inanmayacağını bildiği için anlatmasına mani olmamıştı. Kendisine gelen tek iyi yorum bir Amerikalı’dandı. Ama onunla da lisanı konusunda sorun çıktığı için pek anlaşamamıştı. Mesafelerin de payı vardı tabi. Bağlantı kopmuştu zamanla…

Tramvay yeni bir durakta durdu… Geriye beş durak kalmıştı.

Oldukça çok dalmış olmalıydı. Sarışın kadın hala ona bakıyordu ama tuhaf bir bakıştı bu. Heyecanlandı kadının bakışlarından. Yanındaki adam muhtemelen kocasıydı. Şu, genç kadın alınca ihtiyarladığı zaman yanında babası gibi duran tiplerdendi adam. Kadın onu şehvetle keserken adamın iki elinden birinin penisini kavrayıp okşadığını gördü. Bir eli de kadının bacaklarının arasındaydı. Şimdi anlaşılmıştı kadının baygın baygın bakmasındaki sebep. Gece vakti olduğu için onlardan başka kimse kalmamıştı tramvayın bulundukları vagonunda. Çok şaşırtıcıydı bu. Son durak varoştu ve böyle elit kesimden olduğu her halinden belli olan tiplerin gecenin bu saatinde böyle varoş bir semte gelmeleri ilginçti doğrusu. Muhtemelen esrar için buralara gelmişlerdi ama zamanlamaları çok yanlıştı. Hiç de içici bir tipleri yoktu doğrusu. Bunları unuttu ve yeniden kadınla göz göze geldi. Kadının iç gıdıklayıcı bakışları sevgilisiyle sokakta sadece dokunmaktan ve öpmekten ileri gitmeyen dakikalarını hatırlattı. Penisi sertleşmişti ve kan beyninden penisine doğru hücum ediyordu. Ve kan pantolonuna bir kayayı işliyordu. Ve lanet olsun dokunsa boşalacaktı.

Jüpiterli arkadaşının “vücudundaki kanı penisi ve beyni arasında ortak bir şekilde bölüştüremeyen erkek ırkı” dediği anı hatırladı birden. Gerçekten de bu çok doğruydu. Penisi sertleştiğinde başka hiçbir şeyi düşünemez oluyordu. Aklında sadece seks, seks, seks… Meme, meme, meme… Kalça, kalça, kalça… Vajina, vajina, vajina…

Hep seks… Hep fantezi. Hayal gücü olmayan bir erkek bile penisi sertleştiğinde bir yazardan daha pratik olabiliyordu hayaller konusunda. Penisinin pantolonuna yaptığı baskı inanılmazdı. Sanki “bu defa beni sakın boşa ayağa kaldırdığını söyleme” der gibi yumrukluyordu pantolonunu küçük adam. Kalbi penisinde atıyordu adeta.

Bir durakta daha durdu tramvay… Geriye dört durak kalmıştı. Yine kimse binmedi bulundukları vagona ama diğer vagonlardan birkaç serserinin indiğini gördü. Bağırıyorlar, yükse sesle birbirlerine küfürler edip gülüyorlardı. Tanrım, insan, birinin annesini becerdiğini söyledikten sonra neden gülerdi ki?

Tramvay kapıları kapanıp hareket etmeye başladığında kadının kendisine göz attığını gördü ve bu esnada adam yerinden kalkıp ona doğru yürümeye başladı. Çattık belaya diye düşündü. Kim bilir ne diyecek şimdi gecenin bu saatinde bu pis moruk.

Merhaba delikanlı…
Merhaba
Oturabilir miyim?
Elbette…
Nasılsın?
İyiyim… (suratı bir soru işaretinin şeklini alır)?
Sözü uzatmadan sana bir teklifte bulunmak istiyorum.
Anlayamadım, ne gibi bir teklif? Gecenin bu saatinde hiç tanımadığınız birisine ne gibi bir teklifte bulunabilirsiniz ki?

Tam da gecenin bu saatine uygun bir teklif!
(Hönk! Surat ifadesi çözülemedi ) Anlayamadım?
Otuz beş dakikadır karım seni süzüyor… Ya da gözleriyle düzüyor desek daha doğru olur.
Beyefendi saçmalıyorsunuz.
Hey sakin ol, endişelenme. Bundan hiç de şikâyetçi değilim. Teklifim bununla alakalı.
(Ne der gibi bakışlar… Ve surat soru işaretinden bir ünleme döner.) ?

Bak evlat, ben altmış beş yaşındayım. O kadar göstermesem de öyleyim. Karımsa kırk bir yaşında. Kadınlığını yaşıyor. Benimse artık kimyasal ilaçlar almadan erkekliğimi yaşamam bir mucize olur bildiğin gibi. Arkamızda uzun bir zaman dilimi kaldı. Artık farklı bir şeyler denemek istiyoruz. Bu gece aldığım haplarla sevişmeye çalıştık ama olmadı. Artık bunlar bize tat vermiyor. Daha doğrusu karıma tat vermiyor. Son zamanlar yatakta rol yaptığını açık ve net bir şekilde görebiliyorum. Onu seviyorum ve kaybetmek istemiyorum. Ama onu tatmin de etmek istiyorum. On beş yıldır her konuda mutlu etmeye çalıştım onu. Ve mutlu olmaya devam etmesini isti….

Beyefendi bunun benimle ne alakası var? Saçmalıyorsunuz? (Gencin yüzünde oha lan, bu ne genişlik der gibi bir ifade)

(Tramvay bir durakta daha durur) … Geriye üç durak kalmıştı.
Sözlerimi bitirmeme müsaade et lütfen.
Peki… Sizi dinliyorum.

Dediğim gibi, kadınımı mutlu olurken görmek istiyorum. Onun mutsuz olduğunu, tatmin olamadığını görmek beni üzüyor. Senden istediğim ona hiç yaşamadığı bir heyecanı yaşatman. Bu anı yaşatırsan sana parayla alınabilecek çoğu şeyi verebilirim.

Ne… Ne? Nedir istediğiniz?
Senin ineceğin durakta, senin oturduğun muhitte kuytu bir köşede karımla olmanı istiyorum. Ve sen onunla olurken size bakıp mastürbasyon yapmak istiyorum.
Ne? Manyak mısın sen be kardeşim?

Hayır, manyak falan değilim. Sadece hayatımı kendi istediğim gibi yaşıyorum. Toplumun beynine paslı bir çivi gibi çaktığı ve senin zararına olan şu lanet kurallardan arın da sözlerime karşı çık! Ben sadece kendi hayatımı yaşıyorum ve bu yapmak istediğim şeyin karım için de bir sakıncası yok. Onu artık tatmin edemediğim ortada ve bunu benden habersiz bir başkasıyla yapmasındansa benim gözümün önünde yapması daha iyi. Çoğu geceler bunu düşündüm ve bu gece karar verdim. Henüz iki saat önce evimde yataktaydık ve onu mutlu edemedim. Arabaya bindik ve tramvay durağında bekledik. Seni de koşarak gelirken gördüm. O an kararımı verdim. Karımla beraber olacak adam sendin. Gençtin üstelik. Karımı mutlu edebileceğine inanıyorum. Karımı mutlu etmelisin ve ben bunu istiyorum. Bunu kesinlikle yapmak istiyorum. Yanıma oldukça yüklü bir miktarda para aldım. Bu yaşa kadar oldukça çok çalıştım ve çok iyi bir birikimim var. Bu parayı çaldırsam bile bana koymaz. Ama çaldırmayacağımı biliyorum. Çünkü istediğimi alacağım. Hep aldım ve bu kez de alacağım.

Defol git lan, dalgamı geçiyorsun sen benimle! Ahlaksız herif!

Hayır, oldukça ciddiyim! Bunu yapmak istiyorum. Bana ahlaktan bahsetme. Onu biz yarattık anlıyor musun? Siz varoştaki aptalların avutulacak şeylere ihtiyacı var ve biz bunları karşılamak zorundayız. Ahlak dediğin şeyi ben ve benim gibiler yarattı. “Ahlak, ahlaksızların ahlaksızlığını gizlemek için buldukları bir oyundur.” Benim ahlakım, ahlaksızlığımdır! Var mısın yok musun? Onu söyle bana!

Yoku… Diyecekken parayla ilgili kısmı düşündü. Bir araba isteyebilirdi mesela. Mademki çok parası vardı, o zaman bir araba isteyebilirdi. Kız arkadaşının yanına kendi arabasıyla gitme fikri bir kırbaç gibi “kabul et” diyen yanında şakıdı. Ayrıca kız arkadaşıyla sokakta öpüşüp ona dokunurken defalarca sertleşmiş ve boşalamamıştı. Bu kadınla ihtiyacını giderebilirdi. Ve araba. Evet, evet, bir araba parasıyla o kadını becerebilirdi. Hem zaten penisi sertleştiğinden beri kadının yaşını falan unutmuştu. Bir an onu becerdiğini düşündü. Evet, evet bunu yapabilirdi. Kuytu bir köşede kadını becerip parayı alarak uzaklaşabilirdi. Bir defadan ne olurdu ki?

Tamam, kabul ediyorum. Ama bir şartla. Öncelikle bana bir araba parası vereceksin. Ve ben karını becerdiğim zaman o lanet aletinle karşımızda durmayacaksın. Uzaktan seyredip göreceksin işini.

Kabul ediyorum. (Adam ellerini ovuşturur)
Son durağa gelmişlerdi. Kadın yanlarına geldi ve gencin koluna girdi.
Merhaba, ben Füsun… (Gerçek adı değildi bu. Füsun adı oldukça tahrik edici gelirdi kadına. Bu yüzden Füsun demişti.)

(Yalanını siktiğim orospusu diye düşündü) Merhaba, ben de Kemal… (Kemal… Ah Kemal. Çocukken hep adının Kemal olmasını istemişti. İşte şimdi Kemal’di… Ama ahlaksız bir Kemal… Kendi yalanımı da sikeyim.) Memnun oldum…

Benim kadar olamazsın. Buna emin ol. (Geceyi tırnaklayan orospusal bir kahkaha duyuldu)
(Orospu ne olacak alt yazılı bir düşünce geçer gencin aklından)
Oldukça kaslısın. Spor falan yapıyorsun sanırım?
Evet, haftanın üç dört günü ağırlık çalışırım.

Kız arkadaşın şanslıymış. Yakışıklı ve kaslısın. Onu becerdiğin zaman çok mutlu oluyor olmalı. (Orospusal kahkaha bu kez geceyi tırmalamakla kalmaz, delik deşik eder geceyi.)

Adam karısının diğer koluna girmiş sessizce konuşulanları dinliyordu. Bir yandan da elini karısının koluna takıp beline doğru ittiği çantasının altından eteğinin içine sokarak karısının kalçalarını okşamaktaydı. Bu kalçaları ilk okşadığı, ilk öptüğü ve ilk defa karısını becerirken sıkıp avuçladığı günleri anımsadı. Müthiş bir zevk almıştı. Deli gibi kıskandığı karısını şimdi bir başkasının becerecek olması titretiyordu adamı. Şimdi delikanlının da karısını becerirken aynı duyguları yaşayıp yaşamayacağını görmek için sabırsızlanıyordu. Penisinde biraz da olsa sertleşme olmuştu. Kalbi daha hızlı atıyor ve çılgınlar gibi kan pompalıyordu. Ağzımı açsam kan fışkıracak diye düşündü.

Nerede yapacağız delikanlı? Bildiğin bir yer var mı?
Evet, bir yer biliyorum.
Orada daha önce birini becerdin mi? Diye sordu kadın.

Hayır, ama bir defa sabah işe giderken çok sıkıştığımda o kuytu yerde işimi halletmek için bulunduğum zaman genç bir liselinin üzerinde lise kıyafetleriyle sabahın grisinde bir serserinin önünde eğilmiş becerildiğini görmüştüm. Oldukça iyi bir yer sayılır. Özellikle gecenin karanlığında işimizi rahatça görebiliriz. Havanın bulutsuz olması çok iyi ve gözlerimiz karanlığa alışınca sizin de işinizi kolaylaştıracak ay ışığı.

Bir süre sessizce yürüdüler. Tabii bu dudakların sessizliğiydi. Kadın gencin elini sıkıca kavramış, iştahla yalamak ve içine almak için sabırsızlandığı genç erkeğin penisini düşünüyordu. Adamsa karısının kalçalarının arasına parmağını sokmuş kadını yengeç gibi yürütüyordu. Üçü de titriyor üçü de müthiş bir hızla bir şeyler düşünüyordu.

Genç seksten çok çıkarına işleyen düşüncelere dalmıştı. Hayallerin altını eşeliyor birinden birine koşuyordu. O eşik senin bu eşik benim kan ter içinde kalmıştı, koşa koşa düşlerinde. Kadını becermekten çok arabayla yapacağı şeyleri düşünüyordu. Keşke yanımda Kadir de olsaydı dedi. Otuz yaşına yaklaşmış olmasına rağmen sadece bir defa sevişmiş olan Kadir olsa belki beraber becerirlerdi kadını.

Gelmedik mi, sorusuyla irkildi.
Geldik sayılır, şu büyük plazanın arkasındaki harabe binanın altındaki dükkân.

Karanlıktı ve etrafta gecenin uğultusundan ve arada bir seyrek geçen arabalardan başka ses yoktu. Sokak lambaları gelinliklerini giymiş genç kızlar gibi parıldıyordu. Gece bir damat gibi bütün gelinleri siyah smokiniyle sarmıştı. Siz bekleyin ben biri var mı diye bakayım dedi ve içeri girdi delikanlı. Umarım bir tinerce falan yoktur diye düşündü. Kadın dayanamadı ve peşinden gitti… Tabi onun peşinden de adam. Genç geri dönüp kimse yok diyecekti ki karanlıkta kadınla çarpıştı. Kadın o anda ellerini gencin penisine atıp okşamaya başladı ve iki dudağını dudaklarıyla birleştirerek dilini, altın madenine koşan bir madenci gibi delikanlının ağzına yuvarladı. Adam karısının yanına gelmiş, bir eliyle kalçalarını bir yandan da diğer eliyle penisini okşuyordu. İnanılmaz bir heyecan duyuyordu ve penisi sertleşmeye başlamıştı. Gencinse penisi çoktan sertleşmiş kadının işini bilen okşamalarına karşılık veriyordu. Kadın diz çöküp pantolonun fermuarını indirdi ve kanın hücum ederek damarlarını ortaya çıkardığı penisi ağzının içine aldı. Kadının kafasını tutup ileri geri sallayarak ağzını beceren genç, adamın hala karşısında durduğunu görünce bir an durup: “uzak duracaktın, öyle anlaşmıştık” dedi adama.

Lütfen, sadece kısa bir an için burada durayım.
Ah, hayır, anlaşmıştık, defol lan!
Bırak biraz dursun lütfen, dedi kadın.

Peki dedi genç ve kadın bu kez kocasının penisini ağzına alarak iştahla yalamaya başladı. İhtiyar inliyordu ve bu genci daha da azdırıyordu. Kadının saçlarını tutup bırak lan şunu, siktir git uzaktan izle lan bizi dedi adama ve kanın hücum ettiği penisini kadının ağzına verip hızlıca gidip gelmeye başladı. Adam geri çekilip kısa bir mesafeden karısının hiç tanımadığı bir adam tarafından becerilmesini izleyerek penisini okşuyordu.

(Adam nefes nefese) Onu, onu ben de böyle becermiştim… Hem de defalarca anlıyor musun? Onu defalarca böyle becerdim ben… Hahahhahaha…
Sus Allah’ın belası, birisi duyacak.

Kadını ayağa kaldırıp memelerini avuçladı, yaşına rağmen oldukça iyi memeleri vardı. Sonra kadını duvara dayayıp bacaklarını biraz açarak arkasına geçip aniden kadının hoşlanacağını umduğu bir şekilde içine girdi. Öyle ani bir giriş olmuştu ki bu, kadın ince bir çığlık attı. Zaten iri ve kalın olan penisi daha da şişmişti. Kadın içine alır almaz anında inlemeye başladı. Kadından çıkan ıgnhhh sesi daha da hızlanmasını sağladı. Gitti geldi, gitti geldi… O kadar sert ve hızlı vuruyordu ki çıkan şapırtılar kadının inlemesini gölgede bırakır olmuştu.

Paaattt, diye bir ses geldi… Bir daha bir daha bir daha ve bir daha bir daha…

Sırtında bir acı, sırtında bir ıslaklık… Sırtında bir iç renk ve sırtında insanoğlunun sırtında görmeye en çok alışık olduğu şey: İHANET!…

***

Saat sabahın sekiziydi… Güzel bir güne başlamıştı genç kız. Simitçiden simitlerini, gazete bayisinden gazetelerini de aldıktan sonra otobüse binerek işyerine doğru yola koyuldu. Cep telefonunun mesaj bölümüne girip mesaj yarat kısmından yeni bir mesaj yazmaya başladı:

“Günaydın aşkım, ben uyandım. Senin aşkın uyandı. Bugün çok güzel bir gün… Hava dün geceye göre oldukça güzel. Aylak bir güneş dolanıyor gökte. Mutlu bir haber almış kadın gibi herkese gülümsüyor. Bugün oldukça sıcak elleri… Tuttum ve bırakmıyorum. Hadi sen de kalk ve aç perdeleri. Bir eliyle de senin ellerini tutsun. Seni çok özledim. Biliyorum, pek uyanık kalmadım ayrıldığımızdan beri ama seni uyurken de özledim. Seni uyurken de özledim aşkım beni anlıyor musun? Bunu anlayabiliyor musun? Seni rüyalarımda bile özledim aşkım” yazdı ve gönderdi.

Mesaj iletildi…
İşyerine geldi ve çaycıdan çay istedi.
– Mesaj henüz okunmamıştı…

Bürodaki arkadaşıyla çaylarını içip simitlerini yediler. Masasının başına geçip bakalım neler varmış gazetelerde bugün diye göz gezdirmeye başladı.

– Mesaj hala okunmamıştı…

Kocaman harflerle gazetenin birinci sayfasında: FLAŞ FLAŞ FLAŞ yazıyordu. Haberin altındaki kısa özette: Ünlü sanayici Mümin Bey’in karısı dün gece saat 01:30 sularında İstanbul’un varoş semtlerinden (…)’da terk edilmiş harabe bir binanın içinde genç bir adamla beraber yarı çıplak halde vurularak öldürülmüş bir şekilde bulundu, yazıyordu.

– Mesaj okunmayacaktı…

İbrahim Sarp Baysu

Konuk Yazar
Konuk Yazarhttp://www.felsefehayat.net
Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız makalelerinizi themetallords@hotmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR