Deniz kıyısında rastladım ona, daha doğrusu onlara. Kırık dökük bir teknenin etrafında kavga ediyorlardı. Ama deklanşöre bastığımda sadece bana odaklanıp, kavgayı unuttular.

Sanki fotoğrafın içinde farklı durmak istediler, ya da farklı görünmek… Çocukların telaşı bittiğinde ortada ne ben ne de o tekne kalmıştı… Çocukların telaşı sadece o anlıktı sanki, sanki fotoğrafın içine girmek için can atıyorlardı. Güneşin bekçiliğinde gülümsemek istiyorlardı. Çocuk kavgasının tam ortasında bir gölge… Yani ben…O an şunu düşündüm: Güneşin suya düşüşü sanki hatıraların bir bir unutulmasını resmediyordu. Biraz ıslak ve belki biraz da duygusal…
Bu fotoğraf bir yaz günü çekildi. Kumsalın yalnızlığında ve dalgaların eşsiz tınısında… Gözlerim kamaşsa da bastım deklanşöre ve yok ettim hatıraları… İşte bu yüzden çocukları da aldım karenin içine… Sırf anılarımı taşısın diye o tekneye binemezdim çünkü, sırf ölüm var diye yaşamın kıyılarına götüremezdi beni, bu kırık dökük tekne… Götüremezdi! O yıpranmış tekne , çocukların kavga malzemesiydi, o sadece unutulmuş ahşaptan bir anıydı. Binemez ya da onunla gezintiye çıkamazdım, çünkü ne ruhumu ne de uzakları almazdı güvertesi… Alamazdı, buna hakkı da yoktu… O sadece bir fotoğraf olarak kalmalıydı ve bembeyaz bir köpüğün içine girmemeliydi. Çocukların kavgasına alet olmamalıydı, belki de sadece içine alabildiğince suyu alıp sadece batmalıydı… Evet en hakikatlisi buydu… Bir tekne benim için yok olmanın anahtarıydı, anıların ve acının içine batan kırık dökük bir adamdan farksızdı.
Can Murat Demir