Ezan eşliğinde sevişiyorduk. Yeni başlamıştık. Müezzin ‘Allah-u Ekber’ dediğinde biz olayı tam olarak gerçekleştirmiş değildik, durdurabilirdik, ara verebilirdik. Ancak etik bulmadık bunu. Devam ettik. Ezan bittiğinde biz de bitmiştik. Bitirmiştik.
İlki uzun sürmez bilirsiniz, bir yatsı ezanı uzunluğunda…
***
-İmam nikâhı kıyalım dedim; ezanın ürkütücülüğünün etkisi ile. Allah’ı ve emirlerini hatırladım. O’nun dilediği gibi sevişmiyoruz, imam nikâhı şart!
Şaşkın şaşkın bakıverdi ikiyüzlü yüzüme.
-Ne değişecek ki? Eylem aynı eylem değil mi? Bu kadar korkuyorsan sevişmeyelim o zaman.
-Anlamıyorsun. Sevişmekle bir sorunum yok ki benim. Allah’ın da yok. Sevişelim diye koydu içimize o dürtüleri. Ancak iş zıvanadan çıksın istemiyor. Onun kontrolünde sevişilsin…
***
-Onun izni olmadan bir yaprak bile dalından düşmez, merak etme.
Bir ayet olmalıydı bu. Ya da bir hadis. En kötüsü Mevlana’ya ait veciz bir söz.
-İmam nikâhı kıymak neyi değiştirecek Allah aşkına?
-Vicdanımız dedim. Vicdanımızı rahatlatmış olacağız. Anne babamıza duyurma zorunluluğumuz da yokmuş hem Hanefi mezhebine göre.
-Sen Şii değil misin?
-Değişirim. Kısa süreliğine mezhep değiştirebilir insan bazı zor durumlarda.
-Neden resmi nikâh kıymıyoruz?
-Resmi nikâh fazla resmi. Ciddi bir iş. O kadarına gerek yok iki üç dakika sevişeceğiz diye.
-İşin gücün sevişmek.
-Aşk için de değmez.
-Ciddi misin sen canım?
-Bilmiyorum. Emin değilim. Ama bir huzursuzluk var içimde. Ezan sonrası başlayan garip bir huzursuzluk.
-Boşver düşünme. Hadi yum gözlerini. Kuzuları say. Minik minik.
Nicat Aliyev