Hoşgörü, Hristiyanlık ve Doğal İnsan Üzerine

Hoşgörme davranışı, yalnızca Hristiyanlıkta değil, diğer dini öğretilerde de merkezi bir kaygıyı temsil etmektedir. Toplumsal düzenin ortalama ahlak anlayışında emredilen davranış biçimlerinden biri olan hoşgörü, aynı zamanda zayıflığı ve acizliği simgelemektedir. Kavramın çıkış noktası, Hristiyanlıktaki eşitlik idealinde yatmaktadır; bu öğreti, yani hoşgörü ideali, Nietzsche’ye göre kölelik telkin etmektedir (Nietzsche, Güç İstenci).

Nietzsche’nin ifadesiyle, ideal, tabiata aykırıdır. Peki, hoşgörü kime karşıdır? Budalalığın tarihindeki görülmemiş tevazuda yatmaktadır. Safsata şu şekilde yutturulmuştur: “Bütün insanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittir.” Bu yalan ve zayıfların öngördüğü dünya düzeninin temelidir. Tanrıların emriyle insan, gözden düşürülmüş, tımar edilmiş ve doğuştan yeteneksizler, yüksek ruhların önüne hayatı böyle çıkarmıştır. Bu bağlamda, zayıflatan değerler Tanrı kisvesi altında sunulmuştur.

Hoşgörü ve Tabiatın Törpülenmesi

Doğallık törpülenmiş, cesaretin yerini ödleklik almış, savaşçılığın yerini siniklik ikame edilmiştir. Zehirli Hristiyan idealizmi, insanın canına okuyarak onu illüzyonist bir hayatla baş başa bırakmıştır. Buradaki baş aktör, hoşgörü anlayışıdır. Hoşgörü, Nietzsche’nin vurguladığı gibi, yaratıcı ve güçlü insan neslini hedef alan bir sarsıcı mekanizma olmuştur.

İsa, hayalleri gören bir figür olarak sunulmuş, fakat bu öğreti insanlara sahte bir hoşgörü makinesi yaratmayı başarmıştır. Yahudi canavarlığı, sahte bir hoşgörü kisvesiyle melez bir acıyı doğurmuştur. Mesih, kendi çocuğunu doğurmuş ve buna “hoşgörü” adını vermiştir. Bu değer, Hristiyanlık bağlamında tarihsel ve ontolojik açıdan sorgulanabilir bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hoşgörü ve İnsanın İçsel Yozlaşması

Hoşgörü, doğal insanın içindeki en büyük yoz yığını, bir çöküntüdür. Bu yüzden yaratıcı ve güçlü ruhlar açısından aşağı bir değer taşımaktadır. Sağlıklı ve şehvet dolu bir beden, sahte gülümsemelerle zayıflatılan psikolojiyi kabullenemez. Hoşgörü, güçlü psikolojinin yadsınmasını sağlayarak yok edici düşmanlığı ortadan kaldırmayı amaçlamış, düşmansız bir doğa tasavvuru önermiştir.

Bu bağlamda Hristiyanlık, küçük insanların düşlerinden ibaret bir yapı olarak görülmektedir. Hoşgörü ve eşitlik masalları, insan formunu indirgemiş, toplumsal düzeni ucube hâle getirmiştir. Sonuç olarak, insanlar tarih boyunca bu yumuşatılmış normlar içerisinde kıvranmakta ve doğal güçlerini bastırmaktadır.

Doğa, Hoşgörü ve İnsan

Doğa, insan için zorlayıcı değildir; ne ahlaka ne de erdemliliğe mecbur bırakmaz. Doğa, insanı yalnızca izler, ondan beklentisi yoktur ve ibadet talep etmez. Bu yönüyle doğa, huzurun ve savaşın asıl tanrısı olarak ortaya çıkar.

Hristiyanlık ise doğanın bu kayıtsızlığına karşıt olarak, meziyetsiz bir güç iddiasıyla üstünlük taslamaktadır. Hoşgörü, zorlayıcı, ideolojik ve yozlaşmış bir değer olarak empoze edilir. İnsan doğasına aykırı biçimde bir ideal yaratılır; animalite, yani doğal dürtüler, bastırılır. Nietzsche’nin tanımladığı güç istenci, burada devreye girmekte, bireyi zorlayıcı ve yapay normlara itmektedir.

Hoşgörünün Tarihsel ve Sosyal Etkileri

Hoşgörü, hayatın içinden uzak bir görüngü çizmiş, saf bir safsata olarak tarih sahnesinde yer almıştır. Bu anlayışın en belirgin örnekleri, 17. yüzyıl aristokrasisinde ve Hristiyan öğretilerinin toplumsal düzeni şekillendirdiği alanlarda gözlemlenmiştir.

Hoşgörü, başkalarının kusurlarını, davranışlarını ve olumsuzluklarını görmezden gelmenin bir başka adıdır. Ancak bu anlayış, yalnızca zayıfı ve eksik doğmuş olanı korumayı amaçlamış, güçlü ve yüksek ruhların yaratıcı yetilerini körelten bir mekanizma olarak işlev görmüştür.

Sonuç

Hoşgörü, Hristiyan değerleri bağlamında kutsal bir yalan olarak ortaya çıkmış ve yüksek ruhların düşmanı biçiminde şekillenmiştir. Doğa ise insana hiçbir dayatma getirmeden varlığıyla huzur sunar. Hoşgörünün dayattığı sahte erdem anlayışı, insanın yaratıcı ve güçlü yönlerini zayıflatmış, doğal yaşam ve animaliteyi bastırmıştır. Bu nedenle Nietzscheci felsefede hoşgörü, insanın öznel güçlerinin kısıtlanması ve doğal yaşama aykırılığı ile tanımlanabilir.

Hoşgörü, insanın içsel yozlaşmasını ve tarihsel manipülasyonunu temsil ederken, doğa ve doğal yaşam, özgürlük ve gerçek erdemin kaynağı olarak değerlendirilmektedir.

Can Murat Demir

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları