Düş bahçemi darmadağın eden bu canavarı rüyalarımda tanıdım: geceyarısı kovboy, karanlık bir adam ve izole yaşamın sembolüydü. Kendisi gaipten gelmiş gibiydi; geniş omuzlu, sert bakışlı ve ne istediğini bilen biriydi. Her ayak sesinde irkilen, her nefesi hesap eden bir paranoyak yalnız adamdı. Yemeksiz ve güneşsiz yaşayabilen bir bedene sahipti. Konuşmuyordu; ne geçmişi ne de geleceği vardı. Adeta zamansız ve kaygısız bir ruhu taşıyordu.
Sürekli yanında gezdirdiği kara deriden defter, her sayfasında düzinelerce isim barındırıyordu. Her ismin üstünü belirli zaman aralıklarıyla özenle çiziyordu; bu onları öldürdüğü anlamına geliyordu. Bir kere geçtiği sokaktan bir daha geçmez, bu yüzden bütün sokak adlarını ezberinde tutardı. Karanlıkta ve kesinlikle yalnız çalışmayı severdi. Siyah pardesü, deriden çizmeler, güneş gözlüğü ve harika bir gece kovboy şapkası vardı. Yürürken arkasına bakmaz, arabaya binmemeye özen gösterirdi. İşten sonra her gece rıhtım ve liman gezintisi, tekneleri izlemek ve iskelede sardığı tütünü içmek için limana gelir, çevresini dikkatle tarardı.
Onurlu ve Sert Karakter
Tam bir geceyarısı kovboyuydu; lobide birkaç telefon görüşmesi yapar, sonra işine kaldığı yerden devam ederdi. Onurlu bir adamdı: çocuklar ve kadınlara dokunmayan karanlık karakter, ama kadın satıcılarına ve bağımlılara acımazdı. Ona göre dünya kirliydi; bu pisliğin tek nedeni insanlardı. Müzikten hoşlanmaz, asla kiliseye gitmez, mezarlıklardan uzak durur ve işi dışında ölülere bulaşmazdı. Her yemekte muhakkak bir espresso içerdi; bu onun için uğur getiren bir ritüel gibiydi. Garsonla samimi olmamaya özen gösterir, bahşiş vermeyi aptallık sayardı.
Zehirli Sarmaşık ve Hayatta Kalma Ritüelleri
O, hayata tek başına sarılan bir zehirli sarmaşık gibi yalnız adamdı. Tırnaklarıyla geldiği bu yer onundu; hoşgörü zayıflıktan başka bir şey değildi. Güçlü olmanın yok etmekten geçtiğini savunuyordu. Yumruğunu sıkan ve masaya vuran tiplerden biri olmasa da, onu ilk defa gören biri için sert baba imajı çizmesi normaldi. Kaba külah sakalıyla olgun bir hahamı andırıyordu. Hemen hemen hiç uyumadığı için gözleri sanki kan içinde yüzüyordu. Genç bir adamın vücuduna sahipti.
Her kadını kolayca tavlayabilecek bu adamın tek dostu, sokak kedisi dostuydu. Onunla dakikalarca konuşur, sonra uzaklara dalardı. Kasabada ışığı sabaha kadar yanan tek oda onunkiydi. Yatağa uzanır, bir yandan votkasını yudumlar, bir yandan yanından ayırmadığı dostlarının bakımıyla meşgul olurdu. İş bitiminde odanın çeşitli yerlerine onlardan birkaçını zulalardı. Bu tedbir korkudan değildi; hala nefes almasının tek nedeni vardı: öc… Sabırla örülmüş kutsal bir öc…
Votkasından bir yudum daha aldı, diğer eliyle yastığın altındaki 45’liği yokladı. Gözlerini dinlendirme vakti gelmişti. Hala yaşıyorken gücünü toplamalıydı. Göz kapaklarını yarıladı ve 5 dakika kadar tavandaki pervaneyi izledi. Votkası bitmişti, lobiye bir şişe daha sipariş verdi; en iyisinden ve biraz da buz…
Hayat devam ediyordu, insanlar hâlâ yaşıyordu; ne de olsa bu dünya onların dünyasıydı.
Can Murat Demir

