Ana SayfaYazarlarCansu CanNereden Çıktı Bu Mitoloji

Nereden Çıktı Bu Mitoloji

Mitoloji ve mitolojik öğeler insanlar için geçmişten günümüze hep merak konusu olmuştur. Sinema filmlerinde, kitaplarda, müzelerde, antik figürasyonların bulunduğu çeşitli alanlarda daimî olarak karşımıza çıkan mitolojinin gerçek manasını anlayabilmek demek; felsefenin özünü kavrayabilmek ve tarihin puslu perde arkasını aralayabilmek demektir. Ritüellerle başlayan ve geniş coğrafyalara, geniş zaman dilimleri içerisinde ulaşan mitler için, abartılı özellikler taşıdığını ve bu sebeple de görünüşte gerçekliğe yakın bir izlenim bırakmadığını söyleyebiliriz. Fakat mitler sembolik anlatım özellikleri gösterdiği için, sembolizmin getirdiği gerçekleri göz ardı etmemek gerekmektedir. Kapalı bir anlatımın içerisindeki saklı gerçekliği ortaya çıkarabilmek, ancak ve ancak yaşadığı evreni anlamlandırmaya çalışan insanların yapabileceği türden bir şeydir ki, bu da insanlığın uyanışı için gerekli en temel unsurdur diyebiliriz.

Gelelim mitoloji kelimesinin anlamına… Mitoloji kelimesi “Söylenen yahut duyulan söz.” ve “konuşma” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Antik Yunan’da “Geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi.” gibi bir manaya gelirken, yıllar geçtikçe Doğu dillerinde efsane, Batı dillerinde de mit kelimesini karşılamaya başlamıştır. Günümüzdeki izahı ise; belirli din veya kültürdeki insanlığı, evrenin yaratılışını, doğasını, geleneklere özgü inanç ve uygulamaların tümünün sebebi şeklinde yapılmaktadır.

Türk Dil Kurumu’na ait Türkçe Sözlükte mit kelimesi “Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücünün etkisiyle biçim değiştiren alegorik bir anlatımı olan halk hikayesi, mitos.” (Türk Dil Kurumu Sözlükleri, 2020) şeklinde ifade edilmiştir. Mitoloji öyle bir manadır ki, farklı farklı bir sürü tanıma sahip olabilecek potansiyeldedir. Örneğin tarih araştırmacısı Necati Gültepe’ye göre mitler; her milletin, milli tefekkürünün, milli psikolojisinin, kendine has özelliklerinin ilk kaynağıdır. Geniş anlamda ise dünyayı algılamak adına modernleştirilmiş bir sistem, bir dünya görüşüdür. Onun için mit bir düşünce tarzı, bir şuur ve bir bilinç türüdür (Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında, 2013, s.17). Yani aslında mit, dünya hakkındaki gerçekliğin ta kendisidir.

Mitolojinin herkes tarafından kabul edilmiş tanımlamalarından biri de Mircea Eliade tarafından yapılmıştır. Eliade:

Mit kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda ‘başlangıçtaki’ masallara özgü zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Başka bir deyişle mit, olağanüstü varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir parçası olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini anlatır. (Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında, 2013, ss. 18-19) der.

Mitlerin kökenine indiğimizde, insan yaşamının nasıl sürdürüldüğü ve insanların temel ihtiyaçlarına erişimlerinin ne şekilde gerçekleştirildiğini görürüz. İnsanoğlunun yaşadığı çevreyi gözlemlemesi var olabilmesinin bir gereğidir. Çünkü doğanın gözlemlenmesi sayesinde, insanlar da eylemlerini buna göre şekillendirirler. Nil nehrinin taşma süresinin hesaplanması ve tarım faaliyetlerinin bu hesaba göre yapılması, eylemlere örnek olarak gösterilebilir. Doğanın akışını izleyen insanoğlu bu akışın dışında olduğu için, kendince akışı kontrol edebilecek bir mekanizma geliştirir ve böylelikle ritüeller ortaya çıkar. Ritüel dediğimiz şey; bir zamanlar bir tanrı ya da tanrısal varlık tarafından ilk defa yapılan bir eylemin yeniden tekrar edilmesidir. Bu yüzden buna bir nevi inanç pratiği de diyebiliriz. İlk defa bir ağacın ekilmesi ve meyve vermesi, gece-gündüz oluşumu gibi faaliyetler ritüele misal olarak gösterilebilir. Ritüelin özü topluma sözlü gelenekle aktarılır. Öncelikle elde edilen ritüel dramalaştırılır. Sonrasında ise uygulamaya konulup tekrarlandığında toplumun kültürü meydana getirilir. Ritüeller doğada gelişen tüm olayların sembolleştirilmiş yansımasıdır. Buna örnek olarak ilk avlanma ritüelini gösterebiliriz. Ritüelin ortaya çıkışından sonra insanlara ritüelin anlatımı yapılır. Ancak bu anlatım drama şeklindedir. Drama yoluyla ritüeli özümseyen toplumlar sonrasında avla ilgili geleneklerini oluşturup kültürlerine katkıda bulunurlar. Ritüellerde olayı canlandıran kişiler, büründükleri figürlerin ruhlarını ele geçirdiklerine inanırlar. Bu da demek oluyor ki bir kişi tanrının yerine geçiyorsa, o kişi bedenini tanrıya teslim eder ve tanrı ruhu onda peyda olur.

Bahsettiğimiz bu ritüel olaylarında kutsal zaman kavramı hakimdir. Fakat kutsal zamanı sizlere açıklamadan evvel, kutsallık kavramına biraz değinmek istiyorum. Kutsallık insanlarda güçlü bir dinsel saygı uyandırma temeline dayalıdır ve “tabu” ile ilişki içerisindedir. Türk Dil Kurumu’na göre tabu; eski ilkel kavimlerde dinsel inanış olarak kutsal kabul edilen, korkuyla karışık saygı duyulan, dokunulması ya da kullanılması yasak olan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen insan, hayvan veya nesnedir (Türk Dil Kurumu Sözlükleri, 2020). Tabular içerisinde çelişki mevcuttur. Bunun sebebi tabunun kutsal, tehlikeli, kirli, yasaklı ve korkunç oluşundan kaynaklıdır. Baktığımızda ruhlar kutsal varlıklardır. İnsanlar tarafından onlara karşı duyulan bir saygı vardır. Ancak bu saygının altında yatan temel şey korkudur. Korkunun sebebi de ruhların insanlarla iletişim halinde olduğu zaman onlara zarar verebileceği düşüncesidir.

Kutsalın ve zamanın birleşmesiyle ortaya çıkan kutsal zaman kavramı (ya da hiyerofonik, dinsel-büyüsel, mitsel zaman) bizim için döngüsel ve tekrarlanabilir zamanı ifade eder. Hiyerofoni, kutsalın hiçbir ayrım gözetmeden tarih boyunca, herhangi bir nesnede ortaya çıkmasıdır. Mircea Eliade’ye göre hiyerofonik zaman:

Bir ritüelin gerçekleştiği zaman, dolayısıyla kutsal zamanı, yani onu izleyecek kutsal olmayan zaman diliminden tamamen farklı bir zamanı ifade etmektedir. Ayrıca bir ritüel aracılığıyla yahut mitsel bir arketipi olan bir eylemin tekrarı vasıtasıyla gerçekleştirilen mitsel zamanı da karşılamaktadır (Dinler Tarihine Giriş, 2017, s. 415).

Bu zaman türü bitişiktir ve kendi içinde bir birliğe sahiptir. Bunun sebebi, kutsal anlar dönem dönem yinelenebildikleri için büyüsel zamana, kutsal olmayan şeylerin dizilişine ve büyük zamanın içerisindeki anlık açıklıklara dahil olurlar. Kutsal zaman, dönemsel tekerrürler (ebedi şimdiki zaman) ve dönemsel olmayan tekerrürler olarak ayrılır. Bunun dışında bir de yaratılışın yıllık tekrarı, yaratılışın belirli olaylara göre tekrarı ve mutlak yenilenmesi mevcuttur. “Kratofani” kavramı da kutsalın tezahürüne işaret eder. Ve bu zamana ait olan olaylara; mevsimler, gece-gündüz oluşumu ve astrolojik her türlü olay örnek olarak gösterilebilir.

Ritüeller doğa olaylarının sembolik bir anlatımıdır. Ve semboller dünyanın en eski dili olarak kabul edilmektedir. Sembol, biz farkında olmadan zihnimizde yer eden aletlerdir. Misal, gül Yunan mitolojisinde adı geçen Tanrıça Afrodit’in âşık olduğu ölümlü Adonis ve son peygamber Hz. Muhammed’in sembolüdür. Aynı zamanda baharı da temsil ettiği bilinmektedir. Simge terimi hiyerofaniyi devam ettiren yahut farklı dinsel-büyüsel şekil yoluyla ifade edilemeyen bir şeyi ifşa eden imgeler yerine kullanılır. Bu da demek oluyor ki tanrının insanda zuhur eden mucizesi her şeyde simge rolünü üstlenebilir. Simgelerin ortaya koydukları anlamlar eş zamanlıdır. Karanlık-ışık dualizmine baktığımızda günü, geceyi, ölümü ve yeniden doğuşu aynı anda ifade ettiğini görürüz. Simge, bağlamı ne olursa olsun çeşitli gerçekliğin bir araya geldiği esas bir bütündür. Parça parça gerçeklikler bir araya gelip simgede yeni bir hakikat oluşturmak gayesindedir her zaman için. Ve bütün bu hakikatin ortaya çıkışı, simge hangi özelliklere sahip olursa olsun, daima tutarlı bir çizgi içerisinde ilerlemektedir.

Sözünü ettiğimiz sembol kavramı arketiplere bağlıdır. “Arkhe” Yunan dilinde eski manasına gelmektedir. Bu sebeple “arketip” kelimesi de eski tip ya da ilk şekil anlamına denk düşmektedir. Arketipler birer kavramdır ve sembollerle ifade edilir. Geçmişten günümüze en çok karşımıza çıkan bazı arketipler şunlardır: Bilge adam, kocakarı, karanlık, ışık, yılan, su, ateş vb… Sembol örneklerinden kocakarı kavramı günümüzde argo anlamıyla şişman ve dedikoducu kadın olarak kullanılmaktadır. Oysaki kocakarı; eski çağlarda ulu, bilge, kâhin, şifacı ve büyücü kadını karşılamaktadır. Ayrıca kocakarı, topluma geçmiş hikayeleri anlatan bir kadın figürüdür. Carl Gustav Jung’a göre insanın içinde de topluma gösterdiği arketipler mevcuttur. Maske takma yoluyla gerçekleşen bu arketip “persona” adıyla diğer insanlara gösterilir. Gösterilmeyen kısım ise “gölge”dir ve gölge her zaman bastırılan arketiptir. Ona göre persona arttıkça gölge de artmaktadır. Bu söylediklerimiz dışında arketipler, efsanelerin ve masalların da kaynağıdır. Örneğin Külkedisi masalında Cindrella çok iyi bir karakter olarak gösterilir, ancak üvey kız kardeşleri için aynı durum söz konusu değildir. Üvey kız kardeşleri Cinderella’nın aksine huysuz, kötü kalpli bir kişiliğe sahiptir.

Mitlerin oluşumundaki önemli bir başka husus ise, coğrafyaya bağlı olarak gerçekleşen geniş çaplı gelişmelerdir. Bu gelişmelerden ilki milletlerin dışarıdan aldıkları tesirler neticesinde asimile olmaları sebebiyle, kültür bakımından yaşanan değişimleri mitlerine de yansıtmalarıdır. Bir millete ait olan mit karakterinin aynı özellikte bir başka karaktere dönüşmüş olması bu konuda elzemdir. Örneğin Yunan mitolojisinde sıkça karşımıza çıkan, tanrı Zeus’un kızı aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in Roma mitolojisindeki ismi Venüs, Etrüsk mitolojisindeki ismiyse Turan’dır. Buna ek olarak, Sümer mitolojisindeki İnanna yani diğer adıyla İştar; Afrodit’le aynı tanrıça olamamakla birlikte, görev bakımından aynı özellikler göstermektedir. Zira o da tıpkı tanrıça Afrodit gibi aşkı ve bereketi temsil etmektedir.

Savaşlar neticesinde el değiştiren topraklara yerleşen milletler, orada daha önceden anlatılagelen hikayeleri bilir ve o hikayelerin dilden dile aktarılıp kültleşmesine yardımcı olur. Örnek vermek gerekecek olursa, Antik Roma döneminde anlatılan Pamukkale efsanesi, sonradan o bölgede yaşamaya başlayan Türk halkına da geçmiştir. Bizden önce o topraklarda hüküm sürmüş devletlerin efsaneleri, hikayeleri nasıl ki örnekteki gibi bizlere aktarılmışsa, bizim hikayelerimiz de onlara o şekilde aktarılmıştır. Avrupa’ya göç vermemiz nedeniyle oralara taşıdığımız hikayeler, onların kendi destanlarına, efsanelerine öncülük etmiştir. Örneğin Almanların Siegfried destanında adı geçen Etzel karakteri aslında, Batı Hun Hükümdarı Atilla’nın ta kendisidir. Buradan da anlaşılacağı üzere, bizim kültürümüze ait bir karakter, Alman milletinin bünyesine dahil olarak başka bir isim vasıtasıyla insanlığa sunulmuştur.

Dünya tarihi boyunca ulusların, yaşadıkları zorluklar neticesinde sığınacak bir liman olarak gördükleri tanrısal ve milli kahramanları, yaşanılan bunalım dönemlerinin kolay bir şekilde atlatılmasını sağlamış ve milletlerin kendi içindeki gücü bulmasına yardımcı olmuştur. Gerek tiyatro temsilleri gerekse heykeller, tablolar aracılığıyla gelecek nesillere aktarılan mitler, geçmişle geleceği birbirine bağlayan tarihin mistik, sembolik, ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir diyerek; çalışmamı Türk milletinin en önemli destanlarından biri olan Altay Yaratılış Destanı’ndan bir kesitle sonlandırmak istiyorum.

(…) Âh! Keşki ben de böyle, insan yaratabilsem!
Dünya sahibi olsam, dünya yaratabilsem!
Tanrı baktı ki Erlik, pek işe yaramaz,
Erlik’in varlığıyla bu dünya da yaşamaz.
Yarattı Mandı-Şire, adlı bir kahramanı,
Dedi, Erlik yerine korusun bu insanı.
Mandı-Şire’den başka, kemikleri kamıştan,
Yedi kişi yarattı, etleri de topraktan,
Nefesiyle üfledi, tuttu kulaklarına,
Yedi insanın hemen, can geldi ruhlarına
Tuttu burunlarına, bir daha cık üfledi,
Akıl verdi, insana, ruha akıl ekledi.
Kutsal er Mandı-Şire, İnsanı koruyacak,
Onu yaşatacaktı, düşmanları koğarak.
Ama İnsanoğluna biri lazımdı ancak,
Onun iradesini, bir düzene koyacak,
Bunun için de Tanrı, May-Tere’ye verdi can,
Dedi insanoğlunun başına oluver Han!
(Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında, 2013, ss. 74-75).

Cansu Can

KAYNAKÇA

Eliade, M. (2017). Dinler Tarihine Giriş. Cağaloğlu – İstanbul: Alfa Yayınevi.
Gültepe, N. (2013). Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında. Beşiktaş – İstanbul: Kum Saati Yayınları.
Freud, S. (2017). Totem Ve Tabu. Merter – Güngören/İstanbul: Erasmus Yayınları.
Türk Dil Kurumu Sözlükleri. (18.10.2020 tarihinde erişilmiştir.) Mitoloji. https://sozluk.gov.tr/
Türk Dil Kurumu Sözlükleri. (18.10.2020 tarihinde erişilmiştir.) Tabu. https://sozluk.gov.tr/

Cansu Can
Cansu Can
4 Ağustos 1999 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğdum. 2022 yılında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümünden mezun oldum. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, Adalet Bölümünde ise hala öğrenim görmekteyim. Yazılarımın genel hattını felsefe, mitoloji, ezoterizm, spiritüalizm, sembolizm, edebiyat ve sanat konuları oluşturuyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

DİĞER YAZILAR