Varlık, Yokluk ve Kurtuluşun Diyalektiği: İnsan, Tanrılık ve Olmanın Ontolojisi

Varlık Alanı ve Yokluğun Cenneti

İnsan bu gayreti verirken, varlık alanına girip kendini ne kadar üstünleştirirse o derecede yokluğa yaklaşmaktadır. Formlar (varlık) alanında yürüyen insan, bütün etiketlerinden, gölgelerden ve koşullanmalardan kurtulmaktadır. Kendi karanlığıyla sevişen ruh, cennetini kendi için yaratmaktadır.

Cennet yokluktur; varlık ise şartlı cehennemdir. Bu ifadede varoluşun en çetin paradoksu gizlenmektedir: İnsan ne kadar var olursa, yokluğa o kadar yaklaşmaktadır. Bu durum, Heidegger’in “Varlığın unutuluşu” kavramında yankılanmakta; varlık fikrinin kendisi, yokluğu doğuran ontolojik bir yanılsamaya dönüşmektedir.

Tanrılık Makamından Kopma ve Savaşın Metafiziği

Savaş hiçbir zaman fiziksel olmamıştır; insanlık tarihi boyunca asıl mücadele, metafizik düzlemde sürdürülmektedir. Uçuşan fikirler, sallanan makamlar, uğuldayan yalanlar… Hepsi bir tür ontolojik çarpışmanın tezahürleridir.

Tarihsel arka plana bakıldığında bütün kıyımların varlığa karşı yapıldığı görülmektedir. Çünkü varlık, yaratmanın ilk eylemiyle birlikte, yokluğun dinginliğini bozmuştur. Her yaratma, bir parçalanmayı da beraberinde getirmiştir. Bu nedenle “yaratmak”, yalnızca üretmek değil; aynı zamanda yokluğa ihanet etmektir.

Kurtuluşun sistematiği bu noktada belirginleşmektedir: İnsan kendisini en baştan yaratmalıdır. Bu, kendini bilmez ve düşük varlık formundan çıkmak, kabuklarından sıyrılmak anlamına gelmektedir. Düşmanlıkla yoğrulan bu süreç, insanı bütün gereksiz yüklerinden arındırmaktadır.

Muradına Ermek mi, Olmak mı?

İnsanın en trajik sorusu budur: Muradına ermek mi, yoksa olmak mı? Çünkü ermek, sonu olan bir arzunun tatminini; olmak ise bitimsiz bir eksikliği imlemektedir.

İnsan bu dünyadan ve her şeyden nasibini almalıdır; buna gönüllü olmalıdır. Ancak modern dünyanın sefaletini açıklamak, son derece basittir: İnsan vazgeçmiştir ve kendisine kurtarıcı aramaktadır.
Kurtarıcı arayan insan ölüdür; vardır ama ölüdür. Varoluşun sebebini yalnızca kurtarıcı arayarak teselli bulan insanın durumu içler acısıdır. Kurtarıcı arayan bir irade, sefaletten başka bir şey değildir ve kendisine karşı sebepsiz bir hakaret içindedir.

Sonuç olarak, insan varoluşuna edilmiş en estetik küfür “olmak”tır. Çünkü “olmak”, tanrının zihninden gelir ve insan ruhunu mahvetmektedir. Burada olmak, hem yaratıcı bir eylem hem de bir düşüştür; insanın tanrısal kaynakla arasındaki kopukluğun simgesidir.

Kendini Zehirlemekten Vazgeç!

Her şey senin elindedir. Bu metni okurken sakın bana hiçbir şey anlamadığını söyleme. Sıyrıl anlamsız korkularından ve varlığın gereksiz yükünden; sana biçilen rolü yırt ve at. Kendi çizdiğin kaderinden yola çık ve yok edici içgüdülerinle yeniden ör yokluğu.
İşte o zaman sen “sen” olacaksın, bir başkası değil!

Bu çağrı, Nietzsche’nin Üstinsan tasarımında olduğu gibi, kendi kendini aşmaya yöneliktir. Çünkü insan, kendi yokluğu ile yüzleşmediği sürece, varlığının esiri olmaktadır. Gerçek özgürlük, varlıktan sıyrılarak yokluğu bilinçle kuşanmaktan geçmektedir.

Can Murat Demir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Bakış Yolları