“Bizi böyle öldürdüler!” dedi sahte Peygamber. Ardından ekledi: “İnancın ateşinde şeytanla anlaşmaya var mısınız?”
İnanç, çoğu zaman bir pazarlık masasıdır. Masanın bir ucunda Tanrı, diğer ucunda ise insanın tükenmiş ruhu oturmaktadır. İnancın ateşi yanarken, ruhun karanlık tarafı kendi şeytanını aramaktadır. Bir savaşın ardındaki esmerliği keşfetmek isteyen her insan, önce geceyi tanımakla yükümlüdür. Çünkü gece, seni her daim bekleyen bir kadın gibidir; koynunda ise yalnızca senin için biricik ölümü taşımaktadır.
Dumanlı Sevişmeler ve Ahlakın Hastalığı
Yüksek gerilimli bir hattın ilk durağında kaybolmaktadır ruh. Bu yüzden belki de dumanlı sevişmelere karşı bir alerji doğmaktadır. Tenle buluşma, sarhoş bir adamın son nefesindeki ahtır; hem kutsal hem de ahlaksız. Ahlak, insanın en eski hastalığıdır. Bize böyle öğretilmiştir. Bu yüzden vicdan, çoğu zaman bir çelişkinin değil, bir öğretinin kalıntısıdır.
Saksafonun Oktavları: Çığlık, Müzik ve Ölüm
Bir saksafonun kaç oktavda çalındığını hiç merak ettiniz mi? Böylesi bir merak, ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Çünkü müzik, insanın ruhundan kopan çığlığın estetik biçimidir.
Anlatıcı, bir müzisyendir —her insan çığlığından melodi üreten bir müzisyen. Saksafonundan çıkan her notada kaybolmaktadır tüm ruhlar; kaçacak delik aramaktadır tüm fareler. İşte bu yüzden kaçkınlık, işte bu yüzden boşvermişliktir yaşamın diğer adı.
Otobanlar, Fahişeler ve Varoluşun Erotizmi
Hayat, bir ruhun gidebileceği en hızlı güzergâhtır. Fakat bu güzergâh aslında bir çıkmazdır.
Her köşe başı tutulmuş olan bu girdap, ölümün habercisidir; kurtuluş ise yine tanrıçanın kollarındadır.
Gizemli bir fahişedir hayat! Otobanlar da onun şeritli uzantılarıdır; birer fahişedirler, yoksuldurlar ama davetkârdırlar. Gecenin içinde dans eden meleklerin kulağa fısıldadığı söz budur:
“Becer beni! Çünkü ben hayatın ta kendisiyim!”
İşte gecenin fahişelerle olan organik bağı buradan doğmaktadır. Otobanın kara sevdalısı, sen, ne zamandır yollardasın tanrı bilir. Artık yeryüzüne inme vaktin gelmiştir.
Varoluş tüm çirkinliğiyle seni beklemektedir.
Kaybolmuşluğun Müziği: Tanrıya Giden Ritim
“Ne kadar yaşayabilirim?” diye ölçmek istenmiştir hep. Fakat buna mesai yetmemektedir.
Kaybolmuşluk güzeldir; çünkü her ritim bir ruhun parçasıdır.
Kopan tüm parçalar tek bir fabrikaya, yani Tanrı’ya gitmektedir.
Bu yüzden müzik sevilmektedir, bir kadın değil. Kadınlar hiçbir zaman tam olarak sevilememektedir; çünkü onlar tanrının en estetik enstrümanıdır.
Elbette, çalmasını bilene.
Sonuç: Ruhun Çaldığı Son Nota
Bu deneme, ruhun sarsıntısına yazılmış bir ölüm senfonisidir. Sahte peygamber, gece, fahişe, saksafon ve Tanrı —hepsi aynı melodinin farklı oktavlarıdır. Her biri birer varoluş biçimi olarak, insanın içindeki karanlıkla uzlaşma girişimini temsil etmektedir.
İnançtan müziğe, bedenden ölüme uzanan bu yolun sonunda tek bir hakikat belirginleşmektedir:
Ruh, kendi melodisini çalmadıkça özgürleşememektedir.
Can Murat Demir

